AÇIKLAMALAR
[açıklamalar][column2]
https://halkinsesiradyo.net/index.php/2024/10/11/din-tuccari-tarikatlar-ve-cemaatler-2/
Bir önceki
duruşmada savcı Setton tarafından mütalaa okunuldu ve adil olmayan cezalar
istenildi. Buna göre Özgül Emre 6 sene, İhsan Cibelik 4 sene 10 ay ve Serkan
Küpeli 3 sene 10 aylık hapis cezalarına çarptırılması istenildi. Setton bu
cezaları Özgül, İhsan ve Serkan'ın devrimciliklerini, antifaşist kimliklerini,
Marksist-Leninist ideolojilerini cezalandırmak için, temel hak ve
özgürlüklerini, özellikle ise ÖRGÜTLENME ve DİRENME HAKKINI gasp etmek için
istiyor.
Bu duruşmada
ise sıra savunmaya geldi. Tutsaklar son sözlerini söylemeden önce avukatlara
savunma sırası geldi. Sırayla bütün avukatların yapacağı savunmalara ilk avukat
Roland Meister başladı.
Meister;
"Türkiye faşist bir devlettir! Bunu burada verdiğimiz dilekçeler,
okuduğumuz belgeler ve en son mahkemenin getirdiği bilirkişi profesör
kanıtlamıştır. Profesörün sunduğu belgeler ve mahkeme huzurunda verdiği ifadeye
göre faşizmle yönetilen ülkeyi demokratik yollar ve seçimlerle değiştirmek
imkansızdır. Bu bizce de mümkün değil. Devlet en ufak muhalif hareketliliğe
karşı bile en vahşi yöntemlerle saldırıyor. Paramiliter güçlerle saldırıyor.
2015 yılındaki
terör saldırısı bunun örneklerindendir. 2015'te Ankara Garın önünde bir terör
saldırısında toplam 102 insan katledildi, 500'den fazla insan ise yaralandı. Bu
Türkiye tarihinin en büyük ve en kanlı terör saldırısıdır ve bu saldırıyı yapan
da devletin paramiliter güçleridir. Tayyip Erdoğan'ın Suriye'de destekleyip
kolladığı İslami Devlet örgütü derin devletle birlikte yaptı. Ankara
saldırısının hedefi ise demokratik seçimlerle parlamentoya giren HDP
partisiydi. Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bu saldırı için
Katliam kavramını kullanmıştır.
Almanya
Anayasasının 20.maddesi demokratik federal Cumhuriyeti tanımlar. Maddenin
dördüncü paragrafı ise Alman halkına 'bu demokratik Cumhuriyeti ortadan
kaldırmaya çalışan herkese karşı direnme hakkı' tanır. DHKP-C'nin bütün
eylemleri Almanya Anayasası 20.madde 4.paragraf tarafından garanti altına
alınmıştır. DHKP-C bu anlamda bir terör örgütü sayılamaz, sayılmamalıdır.
Naziler
tarafından tutuklanan hukukçu Dr.Fritz Bauer, Nazi yargıçları tarafından Vatana
İhanet yasasıyla yargılanmıştı. Fritz Bauer daha sonra bu yargılanma için şöyle
demişti; Zulüm Devletine Karşı Direnmek Vatana İhanet Sayılamaz
Fritz Bauer
ayrıca hukukçular konusunda şu ayrımı yapar; Düzen ruhlu Hukukçular ve Özgürlük
ruhlu Hukukçular.
Direnme hakkını
kullanan, onu savunan avukatlar şüphesiz ikinci kategoride yer alırlar. Direnme
hakkı Almanya'nın tarihinde uzun süredir yer alır. Direnme hakkı taa Martin
Luther ve Thomas Müntzer'e dayanır.
Şunu da
belirtmek gerekir. Almanya Federal Cumhuriyeti ne dünyanın yargıcıdır, ne de
dünyanın savcısıdır! Almanya terörün ne olduğuna ve teröristin kim olduğuna
karar veremez. Ukrayna'da 2.Dünya Savaşı Döneminde toplumun %15 Yahudi'ydi. Bu
Yahudileri tamamıyla imha eden, Nazilerle işbirliği yapan faşist partinin
devamcısı olan Azak Taburu, bugün Almanya devleti tarafından meşru bir örgüt
kabul ediliyor. Oysa Güney Afrika'da Apartheid rejimine karşı savaşan ANC ve
Mandela bu devlet tarafından yıllarca terörist kabul edildi.
DHKP-C'yi
Almanya devletine göre terörist yapan yöntemler; ANC ve Mandela'nın
yöntemleriydi. Fransız işgaline karşı direnen Cezayir halkının yöntemleriydi.
Bu anlayışa göre; Hitler'in ikinci adamı Heydrich'e yönelik suikast da,
SS-Generali Ritter'e karşı eylem de, Partizanlar tarafından Hitler ordularına
karşı yapılan bombalı eylemler de terör sayılmalıdır. Tüm bunlar bombalı
eylemler ve suikast eylemlerine başvurmuşlardır.
Hainler ve
işbirlikçilere gelince. Evet hainler ve işbirlikçiler ANC ve Cezayirliler
tarafından nasıl cezalandırıldıysa, Partizanlar onları nasıl cezalandırdıysa,
DHKP-C de öyle yapıyor. Çünkü düşman ordularından çok hainler ve
işbirlikçilerdir asıl zararı verenler.
Kime karşı
savaşıyor DHKP-C? Türkiye devletine karşı. Bu devlet ise AİHM tarafından
defalarca yargılanmıştır. Zulüm devletine karşı savaşanlar terörist sayılamaz.
Müvekkilimin beraatini talep ediyorum. Teşekkür ederim."
Roland Meister
yaptığı savunmasından sonra duruşmaya ara verildi. Araya ayrılırken Özgül Emre
katılımcılara seslendi. Zafer işaretiyle 'Kuyu Tipleri Kapatılsın! Devrimcilik
Yapmak Suç Değildir!' sloganı attı. Özgül Emre'nin sloganı alkışlarla
karşılandı.
İlk aradan
sonra İhsan Cibelik'in avukatı Jasenski söz aldı;
Özgül'e,
İhsan'a, Serkan'a selamlarımı ileterek başlamak istiyorum. Yıllardır bu tür
davalara katılarak bu davaların kapalı kapılar ardında geçmesini engelleyen,
tutukluların sesine ses olan, kararların hukuksuzluğu önünde engel olan
kamuoyuna selamlarımı ileterek başlamak istiyorum.
Savcı
mütalaa'sında sanıkların suçlamalara yönelik ifade vermeyişlerini örgüt tavrı
olarak nitelendirdi. İfade verene cezalar verilirmiş, o yüzden kimse
konuşmamış. Savcıya hatırlatalım; Bir sanığın susma hakkı temel bir haktır.
Savcı devamında
bu davanın politik bir dava olmadığını savunuyor. Oysa bu davanın ön koşulu
devletin davanın açılmasına yetki vermesidir. Bu karar resmi olarak Adalet
Bakanlığına bağlı olsa da; Adalet Bakanliğının bu kararı İçişleri Bakanlığı,
Federal Polis, Anayasayı Koruma Örgütü ve Cumhurbaşkanlığı ile birlikte
aldığını biliyoruz. Dolayısıyla bu karar devletin tepesinde alınan bir
karardır. Bu davalar işte o yüzden siyasidir.
Faşist
Ülkücüler hareketi Almanya'da bir suç örgütü kabul edilir. Ermeni, Yahudi,
Kürt, Alevi, Devrimci düşmanı olan bir harekettir. Azınlıklara yönelik terör ve
şiddet yöntemlerini destekler. Faşist ideolojinin savunucusu ve Türk ırkının
üstünlüğünü savunan bir harekettir. Biz bu yapılanmayla ilgili bu mahkemede
defalarca bilirkişi raporları talep ettik. Bunu taraflı yerlerden istemedik.
Federal Almanya Cumhuriyetinin meclisinin yayınladığı raporun okunulmasını
istedik. Bu kabul edilmedi. Nedenini bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki bu bahsi
geçen hareket MHP partisine doğrudan bağlıdır. MHP ise Erdoğan hükümetinin
koalisyon ortağıdır. Yani bu mahkemenin anlayışına göre suç ve terör örgütü
kabul edilen bir hareket Türkiye'de hükümettedir ve yine bu mahkeme tarafından
korunmaktadır. Almanya yargısı Erdoğan rejiminin ayakta kalmasına destek
sunuyor.
Müvekkilime
gelince iddia makamı onun Maksut kod adı altında Güney Almanya sorumluluğu
yaptığını iddia ediyor. Müvekkilim devrimci kimliğini hiç bir zaman saklamadı.
Devrimci sanatını tam tersine bütün dünyaya sundu ve sayısız sahnelerde yer
aldı.
Sayısız
takipler ve telefon dinlemeleri yapıldı. Buna rağmen müvekkilimin örgüt üyesi
olduğuna ve Maksut kod adını kullandığına dair tek bir delil mevcut değildir.
İnternet üzerinden çıkarılan ve delil sayılan resimlere gelince; Bu resimlerin
hepsinde müvekkilim konserlerde ve kamuoyuna açık demokratik etkinliklerde
görülmektedir. Bunlar suç teşkil etmez. Bunlar örgüt üyeliğine kanıt
gösterilemez.
Mahkemenin
bilirkişisi Profesörün de dediği gibi; Türkiye'de yasa devletinin en asgari
özellikleri bile yoktur. Bu gerçek esas alınarak müvekkilimin beraatini talep
ediyorum!
Jasenski'nin
savunmasından sonra bir ara daha verildi. Son aradan sonra sözü Özgül Emre'nin
avukatı Yener Sözen aldı.
Sözen;
"Sevgili müvekkilim Özgül Emre, sayın İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli,
sevgili Avukat arkadaşlarım, sayın mahkeme heyeti, sayın iddia makamı ve
değerli izleyiciler; Savunmam 2 temel bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm
davanın genel içeriğiyle ilgili, ikinci bölüm ise müvekkilimle ilgili kısıma
değinecektir.
Antifaşist
muhalefete karşı bir 129b davası daha sona eriyor. Yasalara saklanmış bir
politik davadır bu. Politik çünkü dava hakkında tek karar mercii hükümettir.
Altın anahtar ise 'Davayı Açma Yetkisi'dir. Yargıçlar bu karara bağlıdır,
alınan kararın içeriğini ve nedenini bile bilmezken. Onlar ancak infaz etmekle
yükümlüler. Böylece bağımsız bir karar hakkı yargıçlara yasaklanmıştır. Siyasi
hükümet davanın her aşamasını kendi elinde tutuyor. Şüphesiz; Mahkeme heyeti
delilleri ve iddiaları gözden geçirip karar verebilir. Ancak siyasi iktidar bu
kararı davanın her aşamasında bozabilir. Bunun için dava açma yetkisini geri
çekmesi yeterlidir. Bu yüzden diyoruz ki 129b davalarına dahil olan ve Adalet
Bakanlığına verilen 'Dava açma yetkisi' yasadışıdır. Onu ayakta tutmak ve
uygulamak Anayasanın değerlerine aykırıdır. Güçler ayrımının temel anlayışına
aykırıdır.
Türkiye
Cumhuriyeti en geç 2016 darbe girişiminden beri faşist bir devlettir. Erdoğan
tek adam rejimi kurmuştur. Bunu avukat arkadaşlarım da, bilirkişi profesör de
burada belirttiler. Karşımızda azgınlaşmış faşist bir devlet, ve bu faşizme
karşı her direnişi meşru gören bir halk vardır.
DHKP'nin
programına bakarsak, muhaliflerin ve azınlıkların ezilmediği, dışa yönelik
savaş ve kışkırtma yoluna başvurulmayan bir toplum inşaa etmek istediğini
görüyoruz. Bu ise Almanya hükümetinin ve mahkemelerinin kullandığı Terörizm
kavramının tam tersidir. Ama DHKP'ye karşı mücadele eden Federal Almanya
Hükümeti her şeye rağmen bu devletin yanında yer alıyor. Oysa özellikle Hitler
dönemi ışığında Almanya Anayasası faşizmin desteklenmesini yasaklıyor. Eğer
hükümet bu yasağı çiğnerse, yasalar ve yargıçlar bunu düzeltmelidir. Dediğimiz
gibi; Bu dava da sona eriyor. Hem de varolan çelişkiler çözülmeden sona eriyor.
Peki DHKP-C ne
demek? DHKP-C DHKP ve DHKC'nin bütünüdür. Bu iki örgütlenmenin ise iki ayrı
programı ve tüzüğü vardır. DHKP'de, DHKC'de üyeliğin şartlarını çok somut
belirlemiştir. Bu şartları yerine getirmeyen veya getiremeyen kişiler ise üye
olamazlar ve iç meselelerden uzak tutulurlar.
Almanya devleti
1998 yılında DHKP-C'yi değil, bir ideolojiyi yasaklamıştır. Oysa bu ideoloji,
yani Türkiye faşizmine karşı direniş terör değil, meşrudur. Tayyip Erdoğan dedi
ki; Yasa devletini ve adaleti sağlamayan devletler temeli çürük binalar gibi er
ya da geç çökerler. Evet. Türkiye faşizmi de er ya da geç çökecektir.
Nasıl
çökeceğine, yani direnişin şeklini belirleyen ülkedeki somut koşullar ve o
ülkede yaşayan halklar belirler. Başka hiç kimse değil.
DHKP-C yeni bir
toplum için mücadele ediyor. Bu yeni toplumu anlamak için eski toplumu da
anlamak gerekiyor. Toplumlar tarihine bakmak gerekiyor. Kapitalizm nasıl
gelişti? Sermayenin merkezileşmesi ve sanayileşme bunun en önemli
etkenlerindendir. Bir avuç zenginin ve yoksul yığınların arasındaki giderek
artan uçurumdan belli olur. Latin Amerika'da bu sömürü çok belirgindir.
Sanayileşme ve sömürgeleştirme dönemi öncesinde Latin Amerika'da İnka, Maya,
Aztek halklarının nüfusu 70 ve 90 milyon arasındaydı. Bu rakam sadece 100 yıl
içerisinde 3,5 milyona düşürüldü. Bu kan bedeli batı Avrupalı sanayileşmenin
temelini oluşturuyor. Burada oluşan zenginlikte halkların kanı vardır.
11 Eylül 2001
tarihindeki ikiz kule saldırılarını burada hepimiz hatırlarız. 2 binden fazla
insan öldü, yine binlerce insan yaralandı. Ama hemen hemen hiç birimiz şu
gerçeği bilmeyiz; Aynı gün, yani 11 Eylül 2001 tarihinde, sırf Latin Amerika'da
onbinlerce çocuk açlıktan öldü.
Biliyoruz ki bu
devlet komünist partileri yasaklamakta hayli sorunlar yaşıyor. KPD yasaklama
kararında bu belli oluyor. O yüzden yasaklama aracı olarak Silahlı Mücadeleyi
keşfettiler. Oysa biliyorlar ki kapitalizmin bu adaletsizliği sayesinde
sermayeyi ellerinde biriktiren bir avuç zengin asalak iktidarı kendi elleriyle
vermeyecek, her türlü silahlı şiddetle elinde tutmaya çalışacaktır.
Almanya'da
demokratik haklar mevcut. O yüzden burada direniş demokratik alanla sınırlıdır.
Türkiye'de ise bu haklar yoktur. Peki ne yapacak oradaki halk? Vatanını bırakıp
Avrupa'ya mı kaçsın? Her gün duvarlarını daha da yükselten Avrupa'ya. Yoksa
kalıp dirensinler mi? Peki ya nasıl direnecekler? Bu sorulara cevap istiyoruz!
Savcı Setton'un
iddialarına gelirsek; Benim mahkeme önünde Eda Deniz Haydaroğlu için yapılan
eylemdeki konunşmamda 'Siyasi Davalar Salonlarda Değil Sokaklarda Kazanılır'
dediğimi tespit etmiş. Evet doğru. Bu dava siyasi bir davadır. Siyasi davaları
değiştirmek istiyorsak siyaseti değiştirmeliyiz. Bunu da ancak demokratik
kamuoyu yapabilir. Gerek kitlesel eylemlerle, gerek inisiyatiflerle, gerek
farklı mücadele yöntemleriyle. Yani halk hareketleri siyaset üzerinde baskı
kurup siyasete yön vermelidir.
Açlık Grevi
Konusunda yaptığımız toplantıya gelirsek; Evet bu toplantıyı bizler savunma
olarak talep ettik. Çünkü bizler; 3 gencin hayatlarını kaybetmemeleri için
elimizden geleni yapmaya çalıştık. Onların canı için endişelendik. En geç şimdi
anlaşılıyor ki; Bu canlar sizin için hiç bir şey ifade etmedi, etmiyor da.
Savcı Setton bu
salonda faşizmi meşrulaştırdı, işkenceyi meşrulaştırdı, kendini AKP faşizmin
önüne barikat yaptı. Neler duyduk savcılıktan, neler. Faşizmi tarif etmemize
folklor dedi. Oysa biz faşizmi dosyadaki iddialar üzerinden değerlendirdik.
Faşizmi inkar ederken aynısını Setton da yaptı. Bu durumda siz, savcı Setton,
aynı folklorik yöntemlere başvurmuş olmuyor musunuz?
İkinci
bölüme gelelim. Müvekkilim Özgül Emre hakkındaki iddialar. Ayşegül eşittir Emre 2003-2004 yılları
Bu tezi
savcılık; Hollanda'da ele geçirilen belgelerle kanıtladığını iddia ediyor.
Bunun için yabancılar polisiyle yapılan iş birliği sonucu sözde müvekkilimin
randevuya çağrılması, bu randevu sonrası Ayşegül'ün aynı şube ve tarih için
rapor vermesi. Hollanda'da ele geçirilen belgeler kullanılmamalı çünkü
gerçekliği ve inanırlığı bugünün koşullarına göre tespit edilemez. Delil kabul
edilenler Almanya'da hakimlerin kanaat yetkisine bırakılıyor. Biz ise bu
belgelerin ele geçirilişinden değerlendirilmelerine kadar tüm sürecin
hukuksuzluğunu defalarca belirttik. Hollanda operasyonunda işkencenin
kullanılmış olma olasılığı çok yüksektir. Bir artı bir ikidir. Bilirkişi
profesörün da dediği gibi işkence Türkiye'de devlet güvenlik meselelerinde sistematik
şekilde kullanılıyor. O yüzden mahkeme heyeti bu konuda işkenceyi kabul etmek
zorundadır.
İşkence
ihtimali için Setton dedi ki; İşkence olsa bile önemli değil çünkü işkence
Almanya'da yapılmamış oldu. Sayın Setton; Az önce bahsettiğimiz gibi işte
işkenceyi böyle meşrulaştırdınız!
Federal Polis
müvekkilimin kişisel bilgilerini yasadışı yollarla elde etmiştir. Yabancılar
polisiyle oynadıkları oyunda yalan ve hileye başvurdular. Hakkında o dönem
soruşturma bile olmayan müvekkilim hakkında 'Türkiye'de bir terör eylemine
karışacak, o yüzden vereceğiniz randevuda onu tutuklayacağız' diyerek
yabancılar polisine yalan gerekçelerle randevu verdirtmiştir. Tekrarlıyorum
bunlar yapıldığında müvekkilim hakkında soruşturma yoktu. Dolayısıyla hem
yöntemin yasadışılığı hem de müvekkilimin kişisel bilgi gizliliği haklarından
dolayı, bu oyunla elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi yasadışıdır!
Olcay-Ferda ve
müvekkilimin aynı kişi olduğu iddiası
BKA
memuru Seifner diyor ki 2003-2022 yılları arasında başka bir Olcay
veya Ferda yoktur. Biz birçok Olcay ve Ferda'nın varlığını burada
dilekçelerimizle kanıtaldık. Ayşegül ve Ferda var deniliyor. Peki Ayşegül
müvekkilimin kod adıysa, Ayşegül ile aynı ortamda olduğu iddia edilen rapordaki
Ferda kimdir?
Bahncard
meselesine gelince. Seifner diyor ki müvekkilim o tarihlerde Bahncard temin
etmiştir. Ama biz bunun yanlış bilgi olduğunu kanıtladık. Deutsche Bahn
tarafından bunu teyit ettirdik. Setton diyor ki örgüt sahte kimlike almıştır
Bahncard'ı.
Soruyoruz Savcı
Setton'a; Bu durumda kimdir komplocu, kimdir komplo teorisi üreten?
Diyorsunuz ki
Olcay isimli kişi benim müvekkilim ve telefonla bir aileyi arıyor. Oysa Federal
Polis memuru Seifner diyor ki ben Özgül Emre'nin sesini görüşlerde dinledim ve
aileyi arayan kişi o değildir.
İkinci bir
olayda Olcay isimli bir kişi bir genç üniversiteli ile evlenerek onun
Almanya'da oturum alacağını sağlayacakmış. Savcı Setton diyor ki bu kişi benim
müvekkilimdir. Oysa Seifner diyor ki bu Olcay Özgül Emre değildir.
Savcılığın
sunduğu belgelerin çoğunda Olcay ve Ferda isimli kişiler aynı mekanda
bulunuyorlar. Halbuki savcılığın iddiasına göre Ferda da, Olcay da benim
müvekkilimdir. Peki bu nasıl olacak?
2017 Murat Aşık
belgelerine gelince;
Murat Aşık bu
süreçte Verfassungsschutz için muhbirlik yapıyordu ve bu kuruma sözde DHKP-C'li
kişiler hakkında bilgi satıyordu. Ayda yaklaşık 3000 Euro maaş alıyordu. Bu
nerdeyse istihbarat elemanların maaşı kadardır. Ayrıca Murat Aşık isimli şahıs
sahte belgecilikten ve dolandırıcılıktan ceza almış birisidir. Bu faaliyetlerinde
Mafya ile yakın temasları söz konusudur. Bu koşullarda Murat Aşık isimli kişi
güvenilir bir kişi veya kaynak değildir, olamaz.
Defalarca
mahkeme huzuruna çıkmasını talep ettik, belgelerini inceleme talebinde
bulunduk. İddia makamı buna can güvenliğini gerekçe ederek karşı çıktı. Dursun
Karataş örgütün Genel Sekreteri olarak örgüte Avrupa ülkeleri için şiddet
uygulama yasağı getirmiştir. Örgüt de buna o günden beri sıkıca bağlıdır. Bunu
sizin belgeler de doğruluyor, Federal Polis de doğruluyor. Yani Murat Aşık hiç
bir zaman hayati tehlike altında değildi.
Ayrıca Alaattin
Ateş örneği de var, ki bu kişi BND ve MİT için yaptığı muhbirlik faaliyetiyle
örgüte çok daha büyük zarar vermiştir. Birçok kişinini tutuklanmasına yol
açmıştır. Bu kişi bile Düsseldorf halinde yıllardır elini kolunu sallayarak
esnaflık yapabiliyor. Kimse bugüne kadar ona karışmadı. Peki hal böyleyken
Murat Aşık'ı neden bu mahkemede göremiyoruz? Murat Aşık belgelerini neden
okuyamıyoruz? Neden belgeleri incelememiz engelleniyor? Belgeleri
inceleyemediğimiz sürece ve koşullar göz önünde bulundurularak Murat Aşık
temalı deliller geçerli sayılamaz.
Müvekkilimin
sözde örgüte sunulan sözde özgeçmişiyle ilgili; Bu belge bilgisayarla
yazılmıştır. Müvekkilimin ismi belgede geçmiş olmasına rağmen bu belgenin kim
tarafından yazıldığı tespit edilemez. O yüzden bu belge de aynı şekilde
geçersiz sayılmalıdır. Bahsı geçen özgeçmişte 'olası bir durumda vücudumdaki
yanık izinden beni tespit edebilirsiniz' bölümü var. Öyle bir yara izinin olmadığını
mahkeme heyetine tıbbi raporlarla kanıtladık. Peki iddia makamı ne diyor? Yara
iyileşmiş, solmuş olabilir diyor. Bu bir varsayımdır. Bunun tıbbi bir karşılığı
yoktur. Yanık izleri öyle yok olabiliyor mu? Var mı bunu kanıtlayan
bilgiler?
Sözde paravan
şirketine gelince; İddia makamı bu şirketin örgüt üyeleri için sahte iş
göstermek için kurulan bir şirket olduğunu söylüyor. Biz bu iddiayı kanıtlarla
çürüttük. Mahkemeye çalışma sözleşmesini, maaş belgelerini ve sigorta ödeme
faturalarını sunduk. Peki savcılık şirketin paravan şirket olduğunu
kanıtlayabiliyor mu? Hayır, kanıtlayamıyor. Tam tersi biz öyle olmadığını
delillerle kanıtlıyoruz. Savcılık ve Federal Polis zahmet edip şirkete bile
gitmemiş. Özgül Emre ile aynı bölümde çalışan iş arkadaşlarını sorgulamamış.
Kısası hiç bir araştırma yapmamış. Şirketin kapısından bile geçmeden 'bu şirket
paravan şirkettir' diyor. Bu kadar. Peki neden? Çünkü savcılık mahkeme heyeti
için 'bunu zaten her türlü yutarlar' diye düşünüyordu. Cepte keklik sandı. Ama
öyle olmayacak.
İnternet
kaynakları üzerinden çeşitli etkinliklerde tespit edilen müvekkilim; Bu
etkinliklerin hemen hepsinde sıradan bir katılımcı olarak yer almıştır.
Yönetici, lider ve hatta Almanya sorumlusu bir etkinliğe katılınca böyle mi
katılır? Diğer seyircilerle aynı sırada oturup konuşma dinler mi? Bu sözde
deliller de yorumdan ibarettir.
Son olarak
tercüme edilen belgelere gelelim. Bu belgelere her seferinde itiraz ettik. O
kadar itirazlar yaptık ki, artık bir noktadan sonra pes etmek zorunda kaldık.
Çünkü bu itirazların hiç biri kabul edilmedi. Peki öyleyse bu yasal uygulamalar
neden vardır? İkinci ve tarafsız Tercümanların onay verme zorunluluğu ne için
var? Nedeni bu salonda o dili bilmeyen çoğunluğu hatalı ve kirli çevirilerden
korumak için. Tercümanların yorum yapmasını engellemek için. Tercümanların
görevi tarafsız olmaktır, yardımcı komiserlik yapmak değildir. Oysa görüyoruz
ki federal polisin tercümanları yılların getirdiği alışkanlıktan dolayı
kendilerini tarafsız tercümanlar olarak değil, polisin bir parçası olarak
görüyorlar ve kendilerine yorum yapma vazifesi çıkarıyorlar. Bu belgelerin hiç
biri bundan dolayı kabul edilemez.
Söyleyeceklerim
bunlardır. Meslektaşlarım benden sonra devam edecekler. Yine müvekkillerimiz de
elbette birçok şeyi söyleyeceklerdir. Ama bu dosyanın yetersizliği, delillerin
geçersizliği, davanın siyasi niteliği ortadadır. Müvekkilimin örgüt üyeliğini
ve hatta Almanya Sorumluluğunu kanıtlayan tek bir belge yoktur. Bundan dolayı
müvekkilim Özgül Emre'nin beraatini, tutukluluğun ise derhal sonlandırılmasını
talep ediyorum."
Avukat Yener
Sözen'in sözleri salonda alkışlarla karşılandı. Savcı Setton ise konuşma
boyunca kafasını kaldıramadı. Avukatların yüzlerine bakmaya bile tenezzül
edemedi. Çünkü yarattığı komplo dosyası, sözde delilleri ve hukuksuzlukları
yerle bir edildi. Davanın siyasi niteliği bir kez daha gözler önüne serildi.
Almanya Emperyalizminin rütbeli kadrosu Savcı Ralf Setton mahkeme salonunda
yargılandı. Onunla birlikte mahkeme heyeti de yargılandı. Bağımsız yargıçlar
olmadıkları, davanın bütün iradesi iktidarın elinde olduğu, onların ise sadece
belirlenen görev yerine getirdikleri yüzlerine vuruldu.
Önümüzdeki
duruşmalarda Avukatlar Ahues ve Schmidt savunmaya devam edecekler. 28 Ekim
tarihli duruşma ile birlikte ise Tutsaklar son sözlerine başlayacaklar. İlk
sözü Serkan Küpeli alacaktır. Tüm halkımızı, emperyalizmi yargıladığımız bu
duruşmalara katılmaya, tutsaklarımıza destek olmaya çağrıyoruz!
Emperyalizmi
Yargılamaya Devam Ediyoruz!
Özgül Emre,
İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli Onurumuzdur!
Devrimcilik
Yapmak Suç Değil, Görevdir!
BaşladıYunanistan'da Türkiyeli
devrimcilere uygulanan "hukuk terörü" devam ediyor. Türkiyeli
devrimci tutsakların direnerek kazandıkları haklar gaspedilmeye çalışılıyor.
Halkida davası tutsakları, paraya
çevrilen hükümlerinin ödemelerini yapmalarına rağmen serbest bırakılmıyorlar.
Bu kez oturum sahibi olmadıkları, kimlikleri olmadıkları gerekçesiyle
"idari tutukluluk" saldırısıyla karşı karşıyalar...
Halkida davası süresinde devrimci
tutsakların adil yargılanma haklarının tamamen gaspedildi. Savunma hakkı
tanınmadı, hükümleri kendilerine tebliğ edilmedi, yasal olanak geçerli süre
boyunca itiraz edemedikleri için bu haklarını kaybettiler, her biri sokaklardan
derneklerin önünden gözaltına alındılar ve tutuklandılar.
Şimdi de sınırdışı edilme ve idari
tutukluluk saldırısyla karşı karşıyalar.
AKP faşizmi ile iş birliği yapan
Yunan hükümeti Türkiyeli devrimcilerin tutsaklığını uzatmak için her şeyi
yapıyor. NATONUN İKİ UŞAĞI DEVRİMCİLERE KARŞI TÜM GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİRİYORLAR.
"İdari tutukluluk"
denilen pespaye yasaları, "sınırdışı" tehditleri şimdi yeni birer
saldırı haline getirildi.
Daha önce Bulut Yayla isimli devrimciyi
sokaktan kaçırarak Türkiye faşizmine teslim eden Yunan devleti, şimdi yeni
saldırı hazırlıkları yapıyor.
HALKİDA DAVASI İÇİN YAKLAŞIK 1
YILDIR BİZLER;
DEVRİMCİ TUTSAKLAR VE HALK
CEPHELİLER OLARAK YAŞADIĞIMIZ ADALETSİZLİKLERE VE HUKUK TERÖRÜNE KARŞI MÜCADE
EDİYORUZ.
Kazandığımız her hak, yeni bir
saldırı ile boşa çıkartılmaya çalışılıyor.
AKP faşizmi ile işbirliği yapan
Yunan hükümeti Türkiyeli devrimcilerin tutsaklığını uzatmak için her şeyi
yapıyor.
NATO'nun hizmetkarı olan iki
işbirlikçi güçlerini Türkiyeli devrimcilere saldırmak için birleştiriyorlar.
Yunan hükümetine sesleniyoruz;
AKP FAŞİZMİNİN YARDAKÇILIĞINDAN
VAZGEÇİN!
DEVRİMCİ TUTSAKLARDAN ELİNİZİ
ÇEKİN!
HİÇBİR SALDIRINIZ DEVRİMCİ
İRADEMİZDEN DAHA ÜSTÜN DEĞİLDİR.
İRADEMİZİ BİR KEZ DAHA SINAMAYA
KALKMAYIN. BUGÜNE KADAR ÇOK DENEDİNİZ,
HATTA SİZİN AĞABABALARINIZ EMPERYALİSTLER,YARDAKÇILIĞINI YAPTIĞINIZ AKP
FAŞİZMİ DE ÇOK DENEDİ.
BAŞARAMADILAR.
BU KEZ DE BAŞARAMAYACAKSINIZ.
ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ DİRENEK KAZANDIK,
DİRENEREK KAZANACAK VE KORUYACAĞIZ
İŞBİRLİKÇİ YUNAN DEVLETİ, DEVRİMCİ
TUTSAKLARI TESLİM ALAMAZ
AKP faşizmi hasta tutsakları serbest bırakmayarak
tedavi olma haklarını gasp ederek hasta devrimci tutsakları katletmek istiyor.
Devrimci Hasta Tutsak Hasan Karapınar’ın Tedavisi
Engelleniyor Faşizmin hukuk terörüyle tutuklanan ve keyfi baskılarla,
engellemelerle sağlık tedavi hakkı elinden alınan Hasan Karapınar katledilmesine
izin vermeyelim.
Kanser hastası devrimci tutsak Hasan Karapınar derhal
serbest bırakılsın. AKP faşizminde merhamet değil adalet istiyoruz.
Kanser Hastası Devrimci Tutsak Hasan Karapınar Serbest
Bırakılsın
Tüm Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın.
YIKILAN,
KIRILAN, DÖKÜLEN KURUMLARIMIZA YÖNELİK BU
SALDIRI HUKUKİ
DEĞİL, YASA DIŞIDIR!
AKP’nin Faşist
Polisleri Kurumlarımızı, Evlerimizi Adeta YIKMAYA Geldiler. Bu Yapılan TALAN VE
GASP ARAMASIDIR.
AMAÇ; ARAMA
DEĞİL, TERÖR ESTİRMEKTİR
AKPNİN
ESTİRDİĞİ FAŞİST TERÖRLE, NAZİLERİN UYGULADIĞI
FAŞİST TERÖR
AYNIDIR.
NAZİ HUKUKUNDA
NASIL“DÜŞMAN HUKUKU” SÖZ KONUSUYSA
AKP’DE
MİSİLLEME YAPMAK İÇİN DÜŞMANCA SALDIRMIŞTIR.
BU SALDIRILAR
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZE YÖNELİKTİR.
Naziler, Hukuku
Toplumda İstemedikleri Kişi ve Gruplar Üzerinde Bir Baskı Aracı Olarak
Kullandılar. Muhaliflerini Savunmasız Bırakarak, Yasalarla Tasfiye Ettiler,
Toplama Kamplarıyla Da İmha Ettiler. AKP’de NAZİ HUKUKUNU UYGULAYARAK HALKA
DÜŞMANLIK SAÇIYOR.
KURUMLARIMIZDA
SUÇ VE SUÇLU ARAMANIZA GEREK YOKTUR!
ÇÜNKÜ ASIL
SUÇLU KATİL AKP İKTİDARI, İKTİDARIN EMRİNDEKİ HAKİMLER, SAVCILAR VE İŞKENCECİ
POLİSLERDİR. HUKUKSUZ ARAMALARA DERHAL SON VERİLMELİDİR!
HAKSIZ
TUTUKLANAN TÜM TUTSAKLAR DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR.
Yıllardır Hücre ve Kuyu Tipi Hapishanelerde AĞIR TECRİT
Koşullarında Kalan devrimci tutsakları
fiziki ve psikolojik olarak çökertmekte ve hastalanmalarına yol açmaktadır. Tecrit
işkencedir. İşkenceye son verilsin
Ayrıca, tecrit hastalıkların teşhisi ve tedavisini
engellemektedir. Bu şekilde, erken teşhisle tedavi edilebilecek hastalıklar
tedavi gecikmesi yüzünden ölümlere yol açmaktadır ve tutsaklar Güler ZERE ’nin
dediği gibi ölümün kıyısına getirip sadece dışarda ölme hakkını tanımaktadır.
AKP kasten tutsakların teşhis ve tedavilerini engelleyerek onları
katletmektedir.
AKP KENDİ HUKUKUNU UYGULAMIYOR, YASALARINA DA UYMUYOR!
Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkındaki Kanun’un 16.
Maddesine göre cezanın infazı mahkûmun hayatı için tehlike oluşturuyorsa
cezanın infazı ertelenir. Ama bu karar Adli Tıp Kurumu’nun gerekli raporu
vermesine bağlanmıştır. AKP’nin hizmetindeki bu kurum da tutsaklar ölümün
kıyısına gelinceye kadar bu raporu vermemektedir ve bu raporu verdiğinde artık
geç olmaktadır.
Bu da yetmiyormuş gibi AKP Adli Tıp “Hapishanelerde kalamaz”
raporu verse bile bu raporun Terörle Mücadele Birimleri tarafından da
onaylanmasını istemektedir.
Bu düzenin hiçbir kurumu meşru değildir. AKP hırsız, yağmacı
ve çürümüş bir iktidar partisidir.
DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR
TÜM HASTA TUTSAKLAR SERBEST BIRAKILSIN
ADALET İSTİYORUZ
Devrimci tutsak
Şadi Naci Özbolat’ın Yunanistan’da dün görülen mahkemesinde bugün karar açıklandı.
Şadi Naci Özbolat’ın idari tutukluluğu kaldırıldı
YAŞASIN
DİRENİŞ YAŞASIN ZAFER
Yunanistan'ın gerici hükümeti, Halk Cephelilere düşmanlığını sürdürüyor.
Hukuken tahliye edilmeleri gereken iki devrimciyi, keyfi biçimde hapsediyor.
Ali Ercan Gökoğlu ve Şadi Özpolat, bu hukuksuzluğa karşı açlık grevine başlamış bulunuyorlar.
Ali Ercan GÖKOĞLU Açlık Grevinin
5.günü...
Şadi Özpolat ise 6.gününde...
9 Ekim Çarşamba Günü Emperyalizmin ve İşbirlikçilerinin Hukuk Terörüne Karşı Avusturya Geneli 34 kişi ile 1 günlük dayanışma destek açlık grevindeydik
ADALET İSTİYORUZ ALACAĞIZ!
Yunanistan gerici hükümeti, Türkiye faşizmi ve ABD emperyalizminin direktifleriyle hareket etmekten vazgeçmelidir.
Ali Ercan Gökoğlu ve Şadi Özpolat derhal serbest bırakılmalıdır.
Tüm Halkımızı, dostlarımızı, bu hukuksuzluğa karşı çıkan herkesi, eylemlerimize katılmaya, destek vermeye çağırıyoruz.
DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ!
DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR!
KAHROLSUN FAŞİZM YAŞASIN MÜCADELEMİZ!
HALKIZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ!
Yunanistan İçişleri Bakanlığı
Email: info@ypes.gr
Tel.: 2131364000
Yunanistan Adalet Bakanlığı
Tel: +30 213 130 7000
09.10.2024
AVUSTURYA HALK CEPHESİ
OTURUM HAKKIMIZ GASP EDİLEMEZ!