GÜNDEM

1 mayıs açıklamalar adana alibeyköy almanya altınşehir amed amerika anadolu anadolu alevi hareketi anadolu federasyonu anadolu kültür merkezi ankara antakya antalya antep anti-emperyalist cephe armutlu armutlu haber ataşehir avcılar avrupa avusturya bağcılar bahçelievler bakırköy basın emekçileri meclisi bayrampaşa belçika belgesel beşiktaş beykoz boğaziçi bulgaristan bursa cephe milisleri çağlayan çanakkale çayan çayan mahallesi çekmece çerkezköy dağevleri denizli dersim dev-genç devrimci alevi hareketi devrimci işçi hareketi dhkc dhkc gerilla direnişler diyarbakır doğançay duyurular dünya düzce elazığ emekli meclisi esenyurt eskişehir festival filistin filmler FOSEM Fransa galatasaray gazi Gebze gençlik gerilla giresun gözaltı grup yorum gülsuyu gülsuyu gülensu gündoğdu hacı ahmet Hacıahmet hacıhüsrev halk bahçesi halk cephesi halk meclisi halkın hukuk bürosu halkın mühendis mimarları hasan ferit gedik hasköy hatay hindistan hollanda Isparta idil halk tiyatrosu idil kültür merkezi ikitelli ingiltere İngiltere istanbul isveç isviçre İsviçre işçi meclisi italya izmir kadıköy kampanyalar kamu emekçileri cephesi karadeniz kartal kazova kazova bülten kınık kıraç kocaeli kore kurslar kuruçeşme küba küçükçekmece kültür sanat kütahya lubnan malatya maltepe Maraş mardin Mektuplarımızla Tecriti Kıralım mersin muğla Muharrem Karataş munzur nurtepe okmeydanı ortaköy ömürtepe örnektepe piknik Polonya radyo röportajlar sakarya samsun sanat meclisi sarıgazi sesli okuma Sevgi Erdoğan Vefa Evi siirt silivri silvan sinop spor suriye sümerler şiir şiirler şişli taksim tavır dergisi TAYAD tekirdağ tiyatro Tokat trabzon tuzla türkiye UTMP videolar wan yalova yenibosna yeşilkent yunanistan yürüyüş dergisi Zürich

 Haftanın son günü olan bugünde, Babalık Haklarımı geri İstiyorum direnişi yapan baba Uzay Uzatmaz, yine saat 15:00'te KESB adli ırkçı, haksız ve keyfi kararlar alan kurumun önünde eylemine başladı. Yoldan gecen insanların dikkatini çeken pankartlarıyla, yanına yaklaşanlara KESB adli kurumun gerçek yüzünü anlattı ve insanlara dayanışma için davette bulundu. Saat 15:30 da olaysız bir şekilde iradi olarak direnişine son verdi.


Halkın Sesi Radyo, İdeolojilerin Savaşı’nda 10 Ekim Perşembe günü yayınlanan, emperyalizmin denetiminde önü açılan ve halkları din silahıyla uyutmak için faaliyet yürüten, ahlaksızlığın-sapkınlığın, işbirlikçiliğin ve uşaklığın merkezi olan tarikat ve cemaatlerin anlatıldığı 2. bölümün kaydını paylaşıyoruz.

https://halkinsesiradyo.net/index.php/2024/10/11/din-tuccari-tarikatlar-ve-cemaatler-2/


Mayıs 2022'de Almanya'nın çeşitli şehirlerinde tutuklanıp yaklaşık bir senedir Düsseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesi önünde 129b davaları görülen Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli'nin 9 Ekim 2024 tarihli duruşması görüldü.

 

Bir önceki duruşmada savcı Setton tarafından mütalaa okunuldu ve adil olmayan cezalar istenildi. Buna göre Özgül Emre 6 sene, İhsan Cibelik 4 sene 10 ay ve Serkan Küpeli 3 sene 10 aylık hapis cezalarına çarptırılması istenildi. Setton bu cezaları Özgül, İhsan ve Serkan'ın devrimciliklerini, antifaşist kimliklerini, Marksist-Leninist ideolojilerini cezalandırmak için, temel hak ve özgürlüklerini, özellikle ise ÖRGÜTLENME ve DİRENME HAKKINI gasp etmek için istiyor. 

 

Bu duruşmada ise sıra savunmaya geldi. Tutsaklar son sözlerini söylemeden önce avukatlara savunma sırası geldi. Sırayla bütün avukatların yapacağı savunmalara ilk avukat Roland Meister başladı.

 

Meister; "Türkiye faşist bir devlettir! Bunu burada verdiğimiz dilekçeler, okuduğumuz belgeler ve en son mahkemenin getirdiği bilirkişi profesör kanıtlamıştır. Profesörün sunduğu belgeler ve mahkeme huzurunda verdiği ifadeye göre faşizmle yönetilen ülkeyi demokratik yollar ve seçimlerle değiştirmek imkansızdır. Bu bizce de mümkün değil. Devlet en ufak muhalif hareketliliğe karşı bile en vahşi yöntemlerle saldırıyor. Paramiliter güçlerle saldırıyor.

 

2015 yılındaki terör saldırısı bunun örneklerindendir. 2015'te Ankara Garın önünde bir terör saldırısında toplam 102 insan katledildi, 500'den fazla insan ise yaralandı. Bu Türkiye tarihinin en büyük ve en kanlı terör saldırısıdır ve bu saldırıyı yapan da devletin paramiliter güçleridir. Tayyip Erdoğan'ın Suriye'de destekleyip kolladığı İslami Devlet örgütü derin devletle birlikte yaptı. Ankara saldırısının hedefi ise demokratik seçimlerle parlamentoya giren HDP partisiydi. Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bu saldırı için Katliam kavramını kullanmıştır.

 

Almanya Anayasasının 20.maddesi demokratik federal Cumhuriyeti tanımlar. Maddenin dördüncü paragrafı ise Alman halkına 'bu demokratik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya çalışan herkese karşı direnme hakkı' tanır. DHKP-C'nin bütün eylemleri Almanya Anayasası 20.madde 4.paragraf tarafından garanti altına alınmıştır. DHKP-C bu anlamda bir terör örgütü sayılamaz, sayılmamalıdır.

 

Naziler tarafından tutuklanan hukukçu Dr.Fritz Bauer, Nazi yargıçları tarafından Vatana İhanet yasasıyla yargılanmıştı. Fritz Bauer daha sonra bu yargılanma için şöyle demişti; Zulüm Devletine Karşı Direnmek Vatana İhanet Sayılamaz

 

Fritz Bauer ayrıca hukukçular konusunda şu ayrımı yapar; Düzen ruhlu Hukukçular ve Özgürlük ruhlu Hukukçular.

 

Direnme hakkını kullanan, onu savunan avukatlar şüphesiz ikinci kategoride yer alırlar. Direnme hakkı Almanya'nın tarihinde uzun süredir yer alır. Direnme hakkı taa Martin Luther ve Thomas Müntzer'e dayanır.

 

Şunu da belirtmek gerekir. Almanya Federal Cumhuriyeti ne dünyanın yargıcıdır, ne de dünyanın savcısıdır! Almanya terörün ne olduğuna ve teröristin kim olduğuna karar veremez. Ukrayna'da 2.Dünya Savaşı Döneminde toplumun %15 Yahudi'ydi. Bu Yahudileri tamamıyla imha eden, Nazilerle işbirliği yapan faşist partinin devamcısı olan Azak Taburu, bugün Almanya devleti tarafından meşru bir örgüt kabul ediliyor. Oysa Güney Afrika'da Apartheid rejimine karşı savaşan ANC ve Mandela bu devlet tarafından yıllarca terörist kabul edildi.

 

DHKP-C'yi Almanya devletine göre terörist yapan yöntemler; ANC ve Mandela'nın yöntemleriydi. Fransız işgaline karşı direnen Cezayir halkının yöntemleriydi. Bu anlayışa göre; Hitler'in ikinci adamı Heydrich'e yönelik suikast da, SS-Generali Ritter'e karşı eylem de, Partizanlar tarafından Hitler ordularına karşı yapılan bombalı eylemler de terör sayılmalıdır. Tüm bunlar bombalı eylemler ve suikast eylemlerine başvurmuşlardır.

 

Hainler ve işbirlikçilere gelince. Evet hainler ve işbirlikçiler ANC ve Cezayirliler tarafından nasıl cezalandırıldıysa, Partizanlar onları nasıl cezalandırdıysa, DHKP-C de öyle yapıyor. Çünkü düşman ordularından çok hainler ve işbirlikçilerdir asıl zararı verenler. 

 

Kime karşı savaşıyor DHKP-C? Türkiye devletine karşı. Bu devlet ise AİHM tarafından defalarca yargılanmıştır. Zulüm devletine karşı savaşanlar terörist sayılamaz. Müvekkilimin beraatini talep ediyorum. Teşekkür ederim."

 

Roland Meister yaptığı savunmasından sonra duruşmaya ara verildi. Araya ayrılırken Özgül Emre katılımcılara seslendi. Zafer işaretiyle 'Kuyu Tipleri Kapatılsın! Devrimcilik Yapmak Suç Değildir!' sloganı attı. Özgül Emre'nin sloganı alkışlarla karşılandı.

 

İlk aradan sonra İhsan Cibelik'in avukatı Jasenski söz aldı;

 

Özgül'e, İhsan'a, Serkan'a selamlarımı ileterek başlamak istiyorum. Yıllardır bu tür davalara katılarak bu davaların kapalı kapılar ardında geçmesini engelleyen, tutukluların sesine ses olan, kararların hukuksuzluğu önünde engel olan kamuoyuna selamlarımı ileterek başlamak istiyorum.

 

Savcı mütalaa'sında sanıkların suçlamalara yönelik ifade vermeyişlerini örgüt tavrı olarak nitelendirdi. İfade verene cezalar verilirmiş, o yüzden kimse konuşmamış. Savcıya hatırlatalım; Bir sanığın susma hakkı temel bir haktır.

 

Savcı devamında bu davanın politik bir dava olmadığını savunuyor. Oysa bu davanın ön koşulu devletin davanın açılmasına yetki vermesidir. Bu karar resmi olarak Adalet Bakanlığına bağlı olsa da; Adalet Bakanliğının bu kararı İçişleri Bakanlığı, Federal Polis, Anayasayı Koruma Örgütü ve Cumhurbaşkanlığı ile birlikte aldığını biliyoruz. Dolayısıyla bu karar devletin tepesinde alınan bir karardır. Bu davalar işte o yüzden siyasidir.

 

Faşist Ülkücüler hareketi Almanya'da bir suç örgütü kabul edilir. Ermeni, Yahudi, Kürt, Alevi, Devrimci düşmanı olan bir harekettir. Azınlıklara yönelik terör ve şiddet yöntemlerini destekler. Faşist ideolojinin savunucusu ve Türk ırkının üstünlüğünü savunan bir harekettir. Biz bu yapılanmayla ilgili bu mahkemede defalarca bilirkişi raporları talep ettik. Bunu taraflı yerlerden istemedik. Federal Almanya Cumhuriyetinin meclisinin yayınladığı raporun okunulmasını istedik. Bu kabul edilmedi. Nedenini bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki bu bahsi geçen hareket MHP partisine doğrudan bağlıdır. MHP ise Erdoğan hükümetinin koalisyon ortağıdır. Yani bu mahkemenin anlayışına göre suç ve terör örgütü kabul edilen bir hareket Türkiye'de hükümettedir ve yine bu mahkeme tarafından korunmaktadır. Almanya yargısı Erdoğan rejiminin ayakta kalmasına destek sunuyor.

 

Müvekkilime gelince iddia makamı onun Maksut kod adı altında Güney Almanya sorumluluğu yaptığını iddia ediyor. Müvekkilim devrimci kimliğini hiç bir zaman saklamadı. Devrimci sanatını tam tersine bütün dünyaya sundu ve sayısız sahnelerde yer aldı.

 

Sayısız takipler ve telefon dinlemeleri yapıldı. Buna rağmen müvekkilimin örgüt üyesi olduğuna ve Maksut kod adını kullandığına dair tek bir delil mevcut değildir. İnternet üzerinden çıkarılan ve delil sayılan resimlere gelince; Bu resimlerin hepsinde müvekkilim konserlerde ve kamuoyuna açık demokratik etkinliklerde görülmektedir. Bunlar suç teşkil etmez. Bunlar örgüt üyeliğine kanıt gösterilemez.

Mahkemenin bilirkişisi Profesörün de dediği gibi; Türkiye'de yasa devletinin en asgari özellikleri bile yoktur. Bu gerçek esas alınarak müvekkilimin beraatini talep ediyorum!

 Jasenski'nin savunmasından sonra bir ara daha verildi. Son aradan sonra sözü Özgül Emre'nin avukatı Yener Sözen aldı.

 Sözen; "Sevgili müvekkilim Özgül Emre, sayın İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli, sevgili Avukat arkadaşlarım, sayın mahkeme heyeti, sayın iddia makamı ve değerli izleyiciler; Savunmam 2 temel bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm davanın genel içeriğiyle ilgili, ikinci bölüm ise müvekkilimle ilgili kısıma değinecektir.

Antifaşist muhalefete karşı bir 129b davası daha sona eriyor. Yasalara saklanmış bir politik davadır bu. Politik çünkü dava hakkında tek karar mercii hükümettir. Altın anahtar ise 'Davayı Açma Yetkisi'dir. Yargıçlar bu karara bağlıdır, alınan kararın içeriğini ve nedenini bile bilmezken. Onlar ancak infaz etmekle yükümlüler. Böylece bağımsız bir karar hakkı yargıçlara yasaklanmıştır. Siyasi hükümet davanın her aşamasını kendi elinde tutuyor. Şüphesiz; Mahkeme heyeti delilleri ve iddiaları gözden geçirip karar verebilir. Ancak siyasi iktidar bu kararı davanın her aşamasında bozabilir. Bunun için dava açma yetkisini geri çekmesi yeterlidir. Bu yüzden diyoruz ki 129b davalarına dahil olan ve Adalet Bakanlığına verilen 'Dava açma yetkisi' yasadışıdır. Onu ayakta tutmak ve uygulamak Anayasanın değerlerine aykırıdır. Güçler ayrımının temel anlayışına aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti en geç 2016 darbe girişiminden beri faşist bir devlettir. Erdoğan tek adam rejimi kurmuştur. Bunu avukat arkadaşlarım da, bilirkişi profesör de burada belirttiler. Karşımızda azgınlaşmış faşist bir devlet, ve bu faşizme karşı her direnişi meşru gören bir halk vardır. 

 

DHKP'nin programına bakarsak, muhaliflerin ve azınlıkların ezilmediği, dışa yönelik savaş ve kışkırtma yoluna başvurulmayan bir toplum inşaa etmek istediğini görüyoruz. Bu ise Almanya hükümetinin ve mahkemelerinin kullandığı Terörizm kavramının tam tersidir. Ama DHKP'ye karşı mücadele eden Federal Almanya Hükümeti her şeye rağmen bu devletin yanında yer alıyor. Oysa özellikle Hitler dönemi ışığında Almanya Anayasası faşizmin desteklenmesini yasaklıyor. Eğer hükümet bu yasağı çiğnerse, yasalar ve yargıçlar bunu düzeltmelidir. Dediğimiz gibi; Bu dava da sona eriyor. Hem de varolan çelişkiler çözülmeden sona eriyor.

 

Peki DHKP-C ne demek? DHKP-C DHKP ve DHKC'nin bütünüdür. Bu iki örgütlenmenin ise iki ayrı programı ve tüzüğü vardır. DHKP'de, DHKC'de üyeliğin şartlarını çok somut belirlemiştir. Bu şartları yerine getirmeyen veya getiremeyen kişiler ise üye olamazlar ve iç meselelerden uzak tutulurlar.

 

Almanya devleti 1998 yılında DHKP-C'yi değil, bir ideolojiyi yasaklamıştır. Oysa bu ideoloji, yani Türkiye faşizmine karşı direniş terör değil, meşrudur. Tayyip Erdoğan dedi ki; Yasa devletini ve adaleti sağlamayan devletler temeli çürük binalar gibi er ya da geç çökerler. Evet. Türkiye faşizmi de er ya da geç çökecektir.

 

Nasıl çökeceğine, yani direnişin şeklini belirleyen ülkedeki somut koşullar ve o ülkede yaşayan halklar belirler. Başka hiç kimse değil.

 

DHKP-C yeni bir toplum için mücadele ediyor. Bu yeni toplumu anlamak için eski toplumu da anlamak gerekiyor. Toplumlar tarihine bakmak gerekiyor. Kapitalizm nasıl gelişti? Sermayenin merkezileşmesi ve sanayileşme bunun en önemli etkenlerindendir. Bir avuç zenginin ve yoksul yığınların arasındaki giderek artan uçurumdan belli olur. Latin Amerika'da bu sömürü çok belirgindir. Sanayileşme ve sömürgeleştirme dönemi öncesinde Latin Amerika'da İnka, Maya, Aztek halklarının nüfusu 70 ve 90 milyon arasındaydı. Bu rakam sadece 100 yıl içerisinde 3,5 milyona düşürüldü. Bu kan bedeli batı Avrupalı sanayileşmenin temelini oluşturuyor. Burada oluşan zenginlikte halkların kanı vardır.

 

11 Eylül 2001 tarihindeki ikiz kule saldırılarını burada hepimiz hatırlarız. 2 binden fazla insan öldü, yine binlerce insan yaralandı. Ama hemen hemen hiç birimiz şu gerçeği bilmeyiz; Aynı gün, yani 11 Eylül 2001 tarihinde, sırf Latin Amerika'da onbinlerce çocuk açlıktan öldü.

 

Biliyoruz ki bu devlet komünist partileri yasaklamakta hayli sorunlar yaşıyor. KPD yasaklama kararında bu belli oluyor. O yüzden yasaklama aracı olarak Silahlı Mücadeleyi keşfettiler. Oysa biliyorlar ki kapitalizmin bu adaletsizliği sayesinde sermayeyi ellerinde biriktiren bir avuç zengin asalak iktidarı kendi elleriyle vermeyecek, her türlü silahlı şiddetle elinde tutmaya çalışacaktır.

Almanya'da demokratik haklar mevcut. O yüzden burada direniş demokratik alanla sınırlıdır. Türkiye'de ise bu haklar yoktur. Peki ne yapacak oradaki halk? Vatanını bırakıp Avrupa'ya mı kaçsın? Her gün duvarlarını daha da yükselten Avrupa'ya. Yoksa kalıp dirensinler mi? Peki ya nasıl direnecekler? Bu sorulara cevap istiyoruz!

Savcı Setton'un iddialarına gelirsek; Benim mahkeme önünde Eda Deniz Haydaroğlu için yapılan eylemdeki konunşmamda 'Siyasi Davalar Salonlarda Değil Sokaklarda Kazanılır' dediğimi tespit etmiş. Evet doğru. Bu dava siyasi bir davadır. Siyasi davaları değiştirmek istiyorsak siyaseti değiştirmeliyiz. Bunu da ancak demokratik kamuoyu yapabilir. Gerek kitlesel eylemlerle, gerek inisiyatiflerle, gerek farklı mücadele yöntemleriyle. Yani halk hareketleri siyaset üzerinde baskı kurup siyasete yön vermelidir.

Açlık Grevi Konusunda yaptığımız toplantıya gelirsek; Evet bu toplantıyı bizler savunma olarak talep ettik. Çünkü bizler; 3 gencin hayatlarını kaybetmemeleri için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Onların canı için endişelendik. En geç şimdi anlaşılıyor ki; Bu canlar sizin için hiç bir şey ifade etmedi, etmiyor da.

Savcı Setton bu salonda faşizmi meşrulaştırdı, işkenceyi meşrulaştırdı, kendini AKP faşizmin önüne barikat yaptı. Neler duyduk savcılıktan, neler. Faşizmi tarif etmemize folklor dedi. Oysa biz faşizmi dosyadaki iddialar üzerinden değerlendirdik. Faşizmi inkar ederken aynısını Setton da yaptı. Bu durumda siz, savcı Setton, aynı folklorik yöntemlere başvurmuş olmuyor musunuz?

İkinci bölüme gelelim. Müvekkilim Özgül Emre hakkındaki iddialar. Ayşegül eşittir Emre 2003-2004 yılları

Bu tezi savcılık; Hollanda'da ele geçirilen belgelerle kanıtladığını iddia ediyor. Bunun için yabancılar polisiyle yapılan iş birliği sonucu sözde müvekkilimin randevuya çağrılması, bu randevu sonrası Ayşegül'ün aynı şube ve tarih için rapor vermesi. Hollanda'da ele geçirilen belgeler kullanılmamalı çünkü gerçekliği ve inanırlığı bugünün koşullarına göre tespit edilemez. Delil kabul edilenler Almanya'da hakimlerin kanaat yetkisine bırakılıyor. Biz ise bu belgelerin ele geçirilişinden değerlendirilmelerine kadar tüm sürecin hukuksuzluğunu defalarca belirttik. Hollanda operasyonunda işkencenin kullanılmış olma olasılığı çok yüksektir. Bir artı bir ikidir. Bilirkişi profesörün da dediği gibi işkence Türkiye'de devlet güvenlik meselelerinde sistematik şekilde kullanılıyor. O yüzden mahkeme heyeti bu konuda işkenceyi kabul etmek zorundadır.

İşkence ihtimali için Setton dedi ki; İşkence olsa bile önemli değil çünkü işkence Almanya'da yapılmamış oldu. Sayın Setton; Az önce bahsettiğimiz gibi işte işkenceyi böyle meşrulaştırdınız!

Federal Polis müvekkilimin kişisel bilgilerini yasadışı yollarla elde etmiştir. Yabancılar polisiyle oynadıkları oyunda yalan ve hileye başvurdular. Hakkında o dönem soruşturma bile olmayan müvekkilim hakkında 'Türkiye'de bir terör eylemine karışacak, o yüzden vereceğiniz randevuda onu tutuklayacağız' diyerek yabancılar polisine yalan gerekçelerle randevu verdirtmiştir. Tekrarlıyorum bunlar yapıldığında müvekkilim hakkında soruşturma yoktu. Dolayısıyla hem yöntemin yasadışılığı hem de müvekkilimin kişisel bilgi gizliliği haklarından dolayı, bu oyunla elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi yasadışıdır!

 

Olcay-Ferda ve müvekkilimin aynı kişi olduğu iddiası

 BKA memuru Seifner diyor ki 2003-2022 yılları arasında başka bir Olcay veya Ferda yoktur. Biz birçok Olcay ve Ferda'nın varlığını burada dilekçelerimizle kanıtaldık. Ayşegül ve Ferda var deniliyor. Peki Ayşegül müvekkilimin kod adıysa, Ayşegül ile aynı ortamda olduğu iddia edilen rapordaki Ferda kimdir?

Bahncard meselesine gelince. Seifner diyor ki müvekkilim o tarihlerde Bahncard temin etmiştir. Ama biz bunun yanlış bilgi olduğunu kanıtladık. Deutsche Bahn tarafından bunu teyit ettirdik. Setton diyor ki örgüt sahte kimlike almıştır Bahncard'ı.

Soruyoruz Savcı Setton'a; Bu durumda kimdir komplocu, kimdir komplo teorisi üreten? 

Diyorsunuz ki Olcay isimli kişi benim müvekkilim ve telefonla bir aileyi arıyor. Oysa Federal Polis memuru Seifner diyor ki ben Özgül Emre'nin sesini görüşlerde dinledim ve aileyi arayan kişi o değildir. 

İkinci bir olayda Olcay isimli bir kişi bir genç üniversiteli ile evlenerek onun Almanya'da oturum alacağını sağlayacakmış. Savcı Setton diyor ki bu kişi benim müvekkilimdir. Oysa Seifner diyor ki bu Olcay Özgül Emre değildir.

Savcılığın sunduğu belgelerin çoğunda Olcay ve Ferda isimli kişiler aynı mekanda bulunuyorlar. Halbuki savcılığın iddiasına göre Ferda da, Olcay da benim müvekkilimdir. Peki bu nasıl olacak? 

2017 Murat Aşık belgelerine gelince;

Murat Aşık bu süreçte Verfassungsschutz için muhbirlik yapıyordu ve bu kuruma sözde DHKP-C'li kişiler hakkında bilgi satıyordu. Ayda yaklaşık 3000 Euro maaş alıyordu. Bu nerdeyse istihbarat elemanların maaşı kadardır. Ayrıca Murat Aşık isimli şahıs sahte belgecilikten ve dolandırıcılıktan ceza almış birisidir. Bu faaliyetlerinde Mafya ile yakın temasları söz konusudur. Bu koşullarda Murat Aşık isimli kişi güvenilir bir kişi veya kaynak değildir, olamaz. 

Defalarca mahkeme huzuruna çıkmasını talep ettik, belgelerini inceleme talebinde bulunduk. İddia makamı buna can güvenliğini gerekçe ederek karşı çıktı. Dursun Karataş örgütün Genel Sekreteri olarak örgüte Avrupa ülkeleri için şiddet uygulama yasağı getirmiştir. Örgüt de buna o günden beri sıkıca bağlıdır. Bunu sizin belgeler de doğruluyor, Federal Polis de doğruluyor. Yani Murat Aşık hiç bir zaman hayati tehlike altında değildi. 

Ayrıca Alaattin Ateş örneği de var, ki bu kişi BND ve MİT için yaptığı muhbirlik faaliyetiyle örgüte çok daha büyük zarar vermiştir. Birçok kişinini tutuklanmasına yol açmıştır. Bu kişi bile Düsseldorf halinde yıllardır elini kolunu sallayarak esnaflık yapabiliyor. Kimse bugüne kadar ona karışmadı. Peki hal böyleyken Murat Aşık'ı neden bu mahkemede göremiyoruz?  Murat Aşık belgelerini neden okuyamıyoruz? Neden belgeleri incelememiz engelleniyor? Belgeleri inceleyemediğimiz sürece ve koşullar göz önünde bulundurularak Murat Aşık temalı deliller geçerli sayılamaz.

Müvekkilimin sözde örgüte sunulan sözde özgeçmişiyle ilgili; Bu belge bilgisayarla yazılmıştır. Müvekkilimin ismi belgede geçmiş olmasına rağmen bu belgenin kim tarafından yazıldığı tespit edilemez. O yüzden bu belge de aynı şekilde geçersiz sayılmalıdır. Bahsı geçen özgeçmişte 'olası bir durumda vücudumdaki yanık izinden beni tespit edebilirsiniz' bölümü var. Öyle bir yara izinin olmadığını mahkeme heyetine tıbbi raporlarla kanıtladık. Peki iddia makamı ne diyor? Yara iyileşmiş, solmuş olabilir diyor. Bu bir varsayımdır. Bunun tıbbi bir karşılığı yoktur. Yanık izleri öyle yok olabiliyor mu? Var mı bunu kanıtlayan bilgiler? 

Sözde paravan şirketine gelince; İddia makamı bu şirketin örgüt üyeleri için sahte iş göstermek için kurulan bir şirket olduğunu söylüyor. Biz bu iddiayı kanıtlarla çürüttük. Mahkemeye çalışma sözleşmesini, maaş belgelerini ve sigorta ödeme faturalarını sunduk. Peki savcılık şirketin paravan şirket olduğunu kanıtlayabiliyor mu? Hayır, kanıtlayamıyor. Tam tersi biz öyle olmadığını delillerle kanıtlıyoruz. Savcılık ve Federal Polis zahmet edip şirkete bile gitmemiş. Özgül Emre ile aynı bölümde çalışan iş arkadaşlarını sorgulamamış. Kısası hiç bir araştırma yapmamış. Şirketin kapısından bile geçmeden 'bu şirket paravan şirkettir' diyor. Bu kadar. Peki neden? Çünkü savcılık mahkeme heyeti için 'bunu zaten her türlü yutarlar' diye düşünüyordu. Cepte keklik sandı. Ama öyle olmayacak.

İnternet kaynakları üzerinden çeşitli etkinliklerde tespit edilen müvekkilim; Bu etkinliklerin hemen hepsinde sıradan bir katılımcı olarak yer almıştır. Yönetici, lider ve hatta Almanya sorumlusu bir etkinliğe katılınca böyle mi katılır? Diğer seyircilerle aynı sırada oturup konuşma dinler mi? Bu sözde deliller de yorumdan ibarettir.

Son olarak tercüme edilen belgelere gelelim. Bu belgelere her seferinde itiraz ettik. O kadar itirazlar yaptık ki, artık bir noktadan sonra pes etmek zorunda kaldık. Çünkü bu itirazların hiç biri kabul edilmedi. Peki öyleyse bu yasal uygulamalar neden vardır? İkinci ve tarafsız Tercümanların onay verme zorunluluğu ne için var? Nedeni bu salonda o dili bilmeyen çoğunluğu hatalı ve kirli çevirilerden korumak için. Tercümanların yorum yapmasını engellemek için. Tercümanların görevi tarafsız olmaktır, yardımcı komiserlik yapmak değildir. Oysa görüyoruz ki federal polisin tercümanları yılların getirdiği alışkanlıktan dolayı kendilerini tarafsız tercümanlar olarak değil, polisin bir parçası olarak görüyorlar ve kendilerine yorum yapma vazifesi çıkarıyorlar. Bu belgelerin hiç biri bundan dolayı kabul edilemez.

Söyleyeceklerim bunlardır. Meslektaşlarım benden sonra devam edecekler. Yine müvekkillerimiz de elbette birçok şeyi söyleyeceklerdir. Ama bu dosyanın yetersizliği, delillerin geçersizliği, davanın siyasi niteliği ortadadır. Müvekkilimin örgüt üyeliğini ve hatta Almanya Sorumluluğunu kanıtlayan tek bir belge yoktur. Bundan dolayı müvekkilim Özgül Emre'nin beraatini, tutukluluğun ise derhal sonlandırılmasını talep ediyorum."

Avukat Yener Sözen'in sözleri salonda alkışlarla karşılandı. Savcı Setton ise konuşma boyunca kafasını kaldıramadı. Avukatların yüzlerine bakmaya bile tenezzül edemedi. Çünkü yarattığı komplo dosyası, sözde delilleri ve hukuksuzlukları yerle bir edildi. Davanın siyasi niteliği bir kez daha gözler önüne serildi. Almanya Emperyalizminin rütbeli kadrosu Savcı Ralf Setton mahkeme salonunda yargılandı. Onunla birlikte mahkeme heyeti de yargılandı. Bağımsız yargıçlar olmadıkları, davanın bütün iradesi iktidarın elinde olduğu, onların ise sadece belirlenen görev yerine getirdikleri yüzlerine vuruldu.

Önümüzdeki duruşmalarda Avukatlar Ahues ve Schmidt savunmaya devam edecekler. 28 Ekim tarihli duruşma ile birlikte ise Tutsaklar son sözlerine başlayacaklar. İlk sözü Serkan Küpeli alacaktır. Tüm halkımızı, emperyalizmi yargıladığımız bu duruşmalara katılmaya, tutsaklarımıza destek olmaya çağrıyoruz!

 

Emperyalizmi Yargılamaya Devam Ediyoruz!

Özgül Emre, İhsan Cibelik ve Serkan Küpeli Onurumuzdur!

Devrimcilik Yapmak Suç Değil, Görevdir!

 
BaşladıYunanistan'da Türkiyeli devrimcilere uygulanan "hukuk terörü" devam ediyor. Türkiyeli devrimci tutsakların direnerek kazandıkları haklar gaspedilmeye çalışılıyor.

Halkida davası tutsakları, paraya çevrilen hükümlerinin ödemelerini yapmalarına rağmen serbest bırakılmıyorlar. Bu kez oturum sahibi olmadıkları, kimlikleri olmadıkları gerekçesiyle "idari tutukluluk" saldırısıyla karşı karşıyalar...

 Halkida davası tutsaklarının hükümleri paraya çevrilmişti, tutsaklar ödemelerini yapmalarına rağmen serbest bırakılmadılar. Oturum sahibi olmadıkları, kimlikleri olmadığı ve kamu güvenliğini tehdit ettikleri gerekçesiyle haklarında polis tarafından "idari tutukluluk" kararı ve sınır dışı kararı verildi.

 BU KARARLARIN GERİ ALINMASI TALEBİYLE  4 EKİM 2024 TARİHİNDE, ALİ ERCAN GÖKOĞLU  5 EKİM 2024 TARİHİNDE AÇLIK GREVİ DİRENİŞE BAŞLADI

 ALİ ERCAN GÖKOĞLUNUN 7 GÜNÜ

 Türkiyeli 5 devrimci tutsak Halkida davası olarak bilinen bir dava nedeniyle, Yunan yasalarına göre "hafif suç" kapsamında hüküm giymişler; sokaklardan, derneklerin önünden gözaltına alınarak tutsak edilmişlerdi.

 Halkida'daki yaz kampından dolayı ceza alan devrimciler yaklaşık olarak 1 yıldır tutsaklar ve bu cezayı adil yargılanmadan aldılar. Savunma hakkı verilmedi, itiraz hakkı tanınmadı, hüküm giydikleri kendilerine tebliğ edilmedi... Tüm hukuk ilkeleri çiğnenerek cezalar verildi.

Halkida davası süresinde devrimci tutsakların adil yargılanma haklarının tamamen gaspedildi. Savunma hakkı tanınmadı, hükümleri kendilerine tebliğ edilmedi, yasal olanak geçerli süre boyunca itiraz edemedikleri için bu haklarını kaybettiler, her biri sokaklardan derneklerin önünden gözaltına alındılar ve tutuklandılar.

 Adil yargılanma ihlaline ilişkin yaptıkları tüm itirazlar reddedildi. Son hakları olan cezaların paraya çevrilmesi hakkı için mücadele ettiler ve ödemelerini yaptılar.

 

Şimdi de sınırdışı edilme ve idari tutukluluk saldırısyla karşı karşıyalar.

 

AKP faşizmi ile iş birliği yapan Yunan hükümeti Türkiyeli devrimcilerin tutsaklığını uzatmak için her şeyi yapıyor. NATONUN İKİ UŞAĞI DEVRİMCİLERE KARŞI TÜM GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİRİYORLAR.

 

 

 

"İdari tutukluluk" denilen pespaye yasaları, "sınırdışı" tehditleri şimdi yeni birer saldırı haline getirildi.

 

Daha önce Bulut Yayla isimli devrimciyi sokaktan kaçırarak Türkiye faşizmine teslim eden Yunan devleti, şimdi yeni saldırı hazırlıkları yapıyor.

HALKİDA DAVASI İÇİN YAKLAŞIK 1 YILDIR BİZLER;

 

DEVRİMCİ TUTSAKLAR VE HALK CEPHELİLER OLARAK YAŞADIĞIMIZ ADALETSİZLİKLERE VE HUKUK TERÖRÜNE KARŞI MÜCADE EDİYORUZ.

Kazandığımız her hak, yeni bir saldırı ile boşa çıkartılmaya çalışılıyor.

AKP faşizmi ile işbirliği yapan Yunan hükümeti Türkiyeli devrimcilerin tutsaklığını uzatmak için her şeyi yapıyor.

NATO'nun hizmetkarı olan iki işbirlikçi güçlerini Türkiyeli devrimcilere saldırmak için birleştiriyorlar.

Yunan hükümetine sesleniyoruz;

AKP FAŞİZMİNİN YARDAKÇILIĞINDAN VAZGEÇİN!

DEVRİMCİ TUTSAKLARDAN ELİNİZİ ÇEKİN!

HİÇBİR SALDIRINIZ DEVRİMCİ İRADEMİZDEN DAHA ÜSTÜN DEĞİLDİR.

İRADEMİZİ BİR KEZ DAHA SINAMAYA KALKMAYIN. BUGÜNE KADAR ÇOK DENEDİNİZ,  HATTA SİZİN AĞABABALARINIZ EMPERYALİSTLER,YARDAKÇILIĞINI YAPTIĞINIZ AKP FAŞİZMİ DE ÇOK DENEDİ.

BAŞARAMADILAR.

BU KEZ DE BAŞARAMAYACAKSINIZ.

ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ DİRENEK KAZANDIK,

DİRENEREK KAZANACAK VE KORUYACAĞIZ

İŞBİRLİKÇİ YUNAN DEVLETİ, DEVRİMCİ TUTSAKLARI TESLİM ALAMAZ

 

AKP faşizmi hasta tutsakları serbest bırakmayarak tedavi olma haklarını gasp ederek hasta devrimci tutsakları katletmek istiyor.

Devrimci Hasta Tutsak Hasan Karapınar’ın Tedavisi Engelleniyor Faşizmin hukuk terörüyle tutuklanan ve keyfi baskılarla, engellemelerle sağlık tedavi hakkı elinden alınan Hasan Karapınar katledilmesine izin vermeyelim.

Kanser hastası devrimci tutsak Hasan Karapınar derhal serbest bırakılsın. AKP faşizminde merhamet değil adalet istiyoruz.

Kanser Hastası Devrimci Tutsak Hasan Karapınar Serbest Bırakılsın

Tüm Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın.

 

 Faşist AKP İktidarı, Çağlayan Adliyesi Önündeki Eylemin Ardından Demokratik Kurumlara, Evlere Yönelik Arama ve Gözaltı Adı Altında Bir YIKIM SALDIRISI Yaptı, Yüzden Fazla Devrimci ve Halktan İnsan Gözaltına Alındı, 61 Kişi Tutuklandı.

 28 Eylül 2024 tarihi itibariyle Kalan Tutuklu Sayısı 32 kişidir

 BU ARAMA DEĞİL, YIKIMDIR! BU ARAMA DEĞİL, TALANDIR!

YIKILAN, KIRILAN, DÖKÜLEN KURUMLARIMIZA YÖNELİK BU

SALDIRI HUKUKİ DEĞİL, YASA DIŞIDIR!

AKP’nin Faşist Polisleri Kurumlarımızı, Evlerimizi Adeta YIKMAYA Geldiler. Bu Yapılan TALAN VE GASP ARAMASIDIR.

AMAÇ; ARAMA DEĞİL, TERÖR ESTİRMEKTİR

AKPNİN ESTİRDİĞİ FAŞİST TERÖRLE, NAZİLERİN UYGULADIĞI

FAŞİST TERÖR AYNIDIR.

NAZİ HUKUKUNDA NASIL“DÜŞMAN HUKUKU” SÖZ KONUSUYSA

AKP’DE MİSİLLEME YAPMAK İÇİN DÜŞMANCA SALDIRMIŞTIR.

BU SALDIRILAR TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZE YÖNELİKTİR.

Naziler, Hukuku Toplumda İstemedikleri Kişi ve Gruplar Üzerinde Bir Baskı Aracı Olarak Kullandılar. Muhaliflerini Savunmasız Bırakarak, Yasalarla Tasfiye Ettiler, Toplama Kamplarıyla Da İmha Ettiler. AKP’de NAZİ HUKUKUNU UYGULAYARAK HALKA DÜŞMANLIK SAÇIYOR.

KURUMLARIMIZDA SUÇ VE SUÇLU ARAMANIZA GEREK YOKTUR!

ÇÜNKÜ ASIL SUÇLU KATİL AKP İKTİDARI, İKTİDARIN EMRİNDEKİ HAKİMLER, SAVCILAR VE İŞKENCECİ POLİSLERDİR. HUKUKSUZ ARAMALARA DERHAL SON VERİLMELİDİR!

HAKSIZ TUTUKLANAN TÜM TUTSAKLAR DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR.

 

Yıllardır Hücre ve Kuyu Tipi Hapishanelerde AĞIR TECRİT Koşullarında Kalan devrimci   tutsakları fiziki ve psikolojik olarak çökertmekte ve hastalanmalarına yol açmaktadır. Tecrit işkencedir. İşkenceye son verilsin

Ayrıca, tecrit hastalıkların teşhisi ve tedavisini engellemektedir. Bu şekilde, erken teşhisle tedavi edilebilecek hastalıklar tedavi gecikmesi yüzünden ölümlere yol açmaktadır ve tutsaklar Güler ZERE ’nin dediği gibi ölümün kıyısına getirip sadece dışarda ölme hakkını tanımaktadır. AKP kasten tutsakların teşhis ve tedavilerini engelleyerek onları katletmektedir.

AKP KENDİ HUKUKUNU UYGULAMIYOR, YASALARINA DA UYMUYOR!

Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkındaki Kanun’un 16. Maddesine göre cezanın infazı mahkûmun hayatı için tehlike oluşturuyorsa cezanın infazı ertelenir. Ama bu karar Adli Tıp Kurumu’nun gerekli raporu vermesine bağlanmıştır. AKP’nin hizmetindeki bu kurum da tutsaklar ölümün kıyısına gelinceye kadar bu raporu vermemektedir ve bu raporu verdiğinde artık geç olmaktadır.

Bu da yetmiyormuş gibi AKP Adli Tıp “Hapishanelerde kalamaz” raporu verse bile bu raporun Terörle Mücadele Birimleri tarafından da onaylanmasını istemektedir.

Bu düzenin hiçbir kurumu meşru değildir. AKP hırsız, yağmacı ve çürümüş bir iktidar partisidir.

DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR

TÜM HASTA TUTSAKLAR SERBEST BIRAKILSIN

ADALET İSTİYORUZ

Babalık Haklarımı Geri İstiyorum sloganıyla KESB adli ırkçı, haksız ve keyfi kararlar veren kuruma karşı başlattığı direnişine bugünde devam eden direnişçi baba Uzay Uzatmaz, her gün olduğu gibi saat 15:00 te direnişine başladı. Yine halkın ilgisini çeken eylemi nedeniyle kendine sorulan soruları yanıtlayan baba, insanlara, Emperyalist-Kapitalist anlayışın tüm dünyada yarattığı sorunlardan biri olan çocuklarla ilgili politikalar konusunda açıklamalar yaparak, insanları dayanışmaya ve birlikte mücadeleye çağırdı. Saat 15:30 da eylemine iradi olarak son verdi.

Yunanistan'ın gerici hükümeti, Halk Cephelilere düşmanlığını sürdürüyor.

Hukuken tahliye edilmeleri gereken iki devrimciyi, keyfi biçimde hapsediyor.

Ali Ercan Gökoğlu ve Şadi Özpolat, bu hukuksuzluğa karşı açlık grevine başlamış bulunuyorlar.

 

Ali Ercan GÖKOĞLU Açlık Grevinin

5.günü...

Şadi Özpolat ise 6.gününde...

 

9 Ekim Çarşamba Günü Emperyalizmin ve İşbirlikçilerinin Hukuk Terörüne Karşı Avusturya Geneli 34 kişi ile 1 günlük dayanışma destek açlık grevindeydik

 

ADALET İSTİYORUZ ALACAĞIZ!

 

Yunanistan gerici hükümeti, Türkiye faşizmi ve ABD emperyalizminin direktifleriyle hareket etmekten vazgeçmelidir.

Ali Ercan Gökoğlu ve Şadi Özpolat derhal serbest bırakılmalıdır.

 

Tüm Halkımızı, dostlarımızı, bu hukuksuzluğa karşı çıkan herkesi, eylemlerimize katılmaya, destek vermeye çağırıyoruz.

 

DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ!

 

DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR!

 

KAHROLSUN FAŞİZM YAŞASIN MÜCADELEMİZ!

 

HALKIZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ!

 

Yunanistan İçişleri Bakanlığı

Email: info@ypes.gr

Tel.: 2131364000

 

Yunanistan Adalet Bakanlığı

Tel: +30 213 130 7000

 

09.10.2024

 

AVUSTURYA HALK CEPHESİ



Author Name

Halkın Sesi TV

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.