Merhaba.
Açlığın koynundan yürek dolusu merhaba, adalete aç
yüreğimizden, binlerce kez merhaba.
Ağırlaştırılmış müebbeti son 3-4 yıldır fazlasıyla duydunuz
ekranlarda, idam tartışmalarında. Ve duyup geçtiniz belki de. Ağırlaştırılmış
müebbet nedir? Hangi koşullarda kalır bu cezayı alan insanlar? Neden uğruna
ölme yatacak bir taleptir Ağırlaştırılmışlığın iptali? Bu mektubumda bunu
anlatacağım sizlere…
OHAL sonrasıydı, bolca idam tartışmaları yapılıyordu (ki
hepsi de kasıtlı ve bilinçli bir yönlendirmenin sonucuydu). Sokaktaki
insanlarla röportaj yapıyordu bir muhabir. Bir genç şöyle diyordu:
‘Kapatacaksın tabut gibi bir yere, güneş bile görmeyecekler, böyle geçirsinler
ömürlerini, versinler ağırlaştırılmışı…’
İçimin titrediği anlardan biridir. Bu cezayı kime
istediğinden bağımsız olarak böyle bir cezalandırma yolunu bir insanın
düşünmesidir içimi titreten ki bu düzen değiştiğinde asla düşmanımıza böyle bir
ceza vermeyeceğiz. Kendi ahlak ve değer yargılarımızdan ötürü, insan olduğumuz
için, insanlığımızı korumak için vermeyeceğiz biz…
Tecriti, insanı nasıl yok ettiğini, yavaş yavaş nasıl
öldürdüğünü yıllarca anlattık. Bu uğurda 122 şehit verdik. Hatırlatalım; tecrit
bir insanlık suçudur. Bir hapishane müdürünün sözüdür ‘Ağırlaştırılmış, ölümden
beter’ diye. Tecritin birkaç kat değil, yüz bin kat halini yaşıyor
ağırlaştırılmışlar…
Adalet Bakanlığı sayı vermiyor şu anda kaç kişi var
ağırlaştırılmış koşullarında kalan. Ama son davaları da gözettiğimizde 2 bine
yakın insan vardır bu cezayı alan. AKP ağırlaştırılmış müebbet cezasını halka
karşı silah olarak kullanıyor. Kadın cinayetleri ya da FETÖ davaları zerinden
de bu cezayı meşrulaştırıyor. İşte sokaktaki 20 yaşındaki bir genç hevesle bu
cezanın verilmesini istiyor. 20 yaşındaki bir genç hevesle işkence etmekten
bahsediyor.
Faşizmin hukukuna bir örnektir bu ceza. Halkın vicdanını
kanatan olaylarla bir cezalandırma yöntemi meşrulaştırılır. Ve o ceza bütün
halka uygulanır. F tipleri ilk açılırken, devrimciler tecritin tüm halka
yönelik olduğunu anlattılar. F tipi güzellemesi yapanlar, lüks otellere
benzeten kimi gazeteciler 10 yıl sonra o hücrelerle tanıştı ve güzellemeleri
isyana döndü. Ağırlaştırılmışlar için de aynı uygulama geçerli. Gezi davasından
yargılananlara ağırlaştırılmış istenmesi söylediğimizi kanıtlar. Mustafa
Koçak’a da aynı ceza verildi. Onu gibi birçok kişiye de yargılama yapılmadan,
delil olmadan, savunmaları dahi alınmadan, bol keseden dağıtıyor AKP’nin
cübbeli cellâtları.
Böyle bir ceza, (ağırlaştırılmış müebbet) dünya hukuk
tarihinde yok. Yani bir insanı ölene kadar hapishanede tutmaya ve bu süreyi de
her turlu işkenceyle (maddi- manevi) sürdürmeye yönelik bir cezalandırma yok.
Ağırlaştırılmış müebbet cezası, idamın yerine konulduğu söylenen bir cezadır.
İdam, kişinin bedenen öldürülmesidir,
ağırlaştırılmış ise ömür boyu işkence cezasıdır. Hem işkence
yapıyorsunuz kişiye, hem de bunu ölene kadar sürdürüyorsunuz. Açayım neden
böyle dediğimi…
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, çektirilen mimari
koşullar açısından bir işkencedir. Neden?
Bir insanı 10- 12 m²’lik bir hücreye kilitliyorsunuz.
Bunun yarısı zaten sabit eşyalarla doluyor, dolap, yatak, masa… Bunun dışında
buzdolabı- televizyon ve kişisel eşyalarınızı da eklerseniz hareket
edebileceğiniz birkaç m²’lik bir alan kalıyor size. Yani bir mezarda yaşıyorsunuz.
İnsan bedeni harekete göre programlanmış bir bedendir. Ne kadar az
kullanırsanız beden o kadar çabuk çürüyor, yaşlanıyor, yoruluyor, hastalanıyor.
Bununla beraber tuvalet- banyosu var içinde. Siz burayı hem
tuvalet, hem banyo, hem mutfak, hem lavabo olarak kullanmak zorundasınız.
Hijyenik olmamakla beraber havalandırması da olmadığı için, bunların tüm nemi
de hücreye doluyor haliyle. Türk Ceza Hukukuna ağırlaştırılmış müebbetlerin
nasıl infaz edileceği 2005’te eklendi. Yani 15 yıldır bu ülkenin hukukundaki
resmi bir ceza rejimi durumunda.
Bu 15 yıl içinde yapılan kaç hapishanede ağırlaştırılmışlar
için mutfak eklendi biliyor musunuz? Sıfır! Hiç yok! Yani bir insana ölene
kadar burada kalacaksın diyorsunuz. Sonra da, git tuvalette tabağını yıka
diyorsunuz. Bu, basit bir unutkanlık değil. Bu bilinçli bir tercih.
Şu an yağmur yağıyor örneğin sizlere yazarken. Dışarı
astığım çamaşırlarımı içeri almak zorunda kaldım. Havalandırmadaki pencereyle
benim aramda bir teleferik sistemi yaptım çamaşırlar için. Hani filmlerde
Beyoğlu sokaklarında evler arasında görürüsünüz ya çamaşırları, o model. Bunun
için idare ip bile vermiyor. Kazaklarımızı söküp, tığla örerek bu ipi
yapıyoruz. Neyse… Bu içeri aldığım çamaşırları serebileceğim, kurutabileceğim
hiçbir yer yok. Islak çamaşırları banyo kapısının üstüne attım. Şimdi iki
tercihle karşı karşıyayım. Ya bu ıslak çamaşırların nemini çekeceğim
ciğerlerime, ya da nem olmasın diye pencereyi açacağım ve soğuk algınlığı,
nezle, grip, belki de zatürre olacağım.
Demem o ki bir insanı ölene kadar hapishanede tutmak ahlaki
de hukuki de değil, bununla beraber mevcut koşullarda ölene kadar tutmak bir
işkence metodudur. Devam edeyim neden işkence olduğunu anlatmaya.
Havalandırmaya günde en az 1 saat çıkma hakkımız var. Bu ‘en
az’ı birçok hapishane ‘sadece 1 saat’ olarak uyguluyor. Bir belediye başkanı
katıldığı tv programında demişti ki ‘belediye başkanlarının bir adam asma, bir
de para basma yetkisi yok’… Bunun gibi ağırlaştırılmışlar için de hapishane
idarelerinin sadece asma yetkisi yok, bunun dışındaki tüm uygulamalar onların
iki dudağının arasında. Kişilerin, idarecilerin keyfine, vicdanına kalmış bir
hukuk rejimi olabilir mi? Oluyor!
Ben 4 yıldır, 1 saat havalandırmaya çıkıyorum örneğin.
Bulunduğum Şakran Hukuksuzluk Cumhuriyetindeki hapishane yöneticileri burada
böyle uygun görüyor. Daha önce kaldığım yerde aşamalı olarak artıp 4 saate
kadar çıkarabiliyorduk. Hala kimi hapishanelerde 2-3-4 saat çıkabiliyor
tutsaklar. Neye göre, kime göre ayarlanıyor bu? ‘İyi hal’ denilen bir çerçeve
kılıf yapılıyor genelde. İyi hal, yasaya göre disiplin cezalarının kaldırılması
süreleriyle değerlendiriliyor, ama yasalar tatilde! Benim için disiplin cezan
var, iyi halli değilsin diyorlar. Yanımda 3 arkadaşım kalıyor, onların disiplin
cezası yok, onlara da önceki yıllarda eylem yaptınız diyorlar. İyi de yasa
böyle bir şey demiyor! Bunu idareciler söylüyor. Adlilerin saatini artırın
diyoruz, onlar için de ‘ yer yok, kalabalıklar’ diyorlar. İkişerli, üçerli
çıkarın yasada bunun yeri var diyoruz. ‘Olmaz, mevzuat’ diyorlar.
(Burada bir ek açıklama yapmak zorundayım: mevzuat denilen,
yasa değil! Şakran Hukuksuzluk Cumhuriyetinde, hapishane savcısı ve 1. Mudur
Meltem Babaoğlu’nun yazılı olmayan, tamamıyla kendilerine göre işlettikleri,
özünde düşman hukukuyla şekillendirilmiş bir yasaklar silsilesi.)
Havalandırma kirlendiği için yıkanıp, temizlenmesi gerekir. Çamaşırlarınızı
asmanız gerekir. Sadece havalandırmaya çıktığınızda görebildiğiniz –varsa eğer-
arkadaşınızı camdan görebilirsiniz. İnsansınız, konuşmaya, paylaşmaya, sohbet
etmeye de ihtiyacınız var. Yürümeye, spor yapmaya ya da temizlik gibi
ihtiyaçlarınızı karşılamaya da… Tepe tepe kullanın, 1 saat neyinize yetmiyor
diyorlar. Yazın ise bu 1 saat işkenceye dönebiliyor. Neden? Çünkü güneş hücreye
girmiyor. Ama güneşe ihtiyacınız var. Isınmak için de sağlık için de güneş
görmelisiniz. Eğer güneşin olduğu bir saatte çıkarsanız, sıcakta helak olup
hareket edemiyorsunuz. Yürümek isteyip de gölgeli bir saat seçerseniz o zaman
güneşsizlikten hasta olursunuz. Yine bir tercih. Ağırlaştırılmışsanız
hastalıktan hastalık beğenin, tercih sizin diyorlar.
Yasalar havalandırmaya da birkaç kişi çıkabileceğime
hükmediyor. Ama karar idarede elbette. Bize voleybol topu verdiler geçen yıl.
Havalandırmada oynarsınız diye… Önce sevindik, havalandırmaya çıkınca gerçek
yüzümüze tokat gibi çarpıverdi. Kiminle oynayacağız ki? En azından 1 insan
gerekiyor. Top kenarda beklemekten söndü haliyle.
Yani birincisi mevcut yasaların faşizmin yasası olması
nedeniyle tanınan haklar zaten oldukça kısıtlı. Bir de bunun uygulanma alanının
kontrolü kişilerin, idarecilerin keyfine bırakılınca işkence içinde işkence
yaşıyorsunuz. Ve buna hukuki bir kılıf kazandırıldığı için de insanların kabul
etmesi bekleniyor.
Yasanın çıkış mantığı tam da insanı sosyal, bedensel ve
ruhsal açıdan bir insan müsveddesi haline getirmek üzerinden kurgulanmış.
Bir insan, insan olmaktan nasıl çıkarılır?
1-
İnsanın bedensel olarak ihtiyaç duyduğu olanak,
imkan, hareket alanı, araçları vermezseniz, mezar gibi bir alanda güneşsiz,
havasız, nemli bir ortamda kabını- kacağını bile tuvalette yıkamaya zorlarsanız
insanlıktan çıkar.
2-
İnsanı sosyal olarak ihtiyaç duyduğu
olanaklardan yoksun kılarsanız çıkar. Sosyalleşmek için insana ihtiyacınız
vardır. Ama tek başınasınız. Sevincinizi paylaşacağınız, üzüldüğünüzde omzunda
ağlayacağınız bir arkadaşınız yok.
Sohbet edebileceğiniz kimse yok. Hastaysanız bir çorba, su vereniniz
yok.
3-
İnsansızlık kişinin ruhsal dünyasında da,
beyninde de, bedensel olarak da kişiye en büyük zararı veren şeylerin başında
geliyor. Her şeyi kendi içinizde yaşamak zorunda kaldığınız için duygu dünyanız
dengesizleşiyor bir sure sonra. Paylaşmaktan uzak kaldığınız için insanlara
mesafe koyuyorsunuz, insanlarla ilişki kuramıyorsunuz. Konuşmada bile zorluk
yaşayanlar var. Bir nevi konuşmayı unutmak gibi, kendini ifade edemiyor,
kelimeler dilinizde dolanıyor, anlamsız cümleler kuruyorsunuz. Bu psikoloji
içinde olan insanda haliyle her türlü hastalık da çıkıyor. İntihara kadar
varabiliyor.
4-
Bazen de çok basit bir dikkatsizlik ya da
hastalık ölmene neden oluyor. Basit bir baş dönmesiyle yere düşseniz, yanınızda
bir arkadaşınız olduğunda görüp yardım edebilir. Ama teksen bu baygınlık uzun
sürdüğü için ölebilirsiniz. Bir kalp krizi geçirseniz, banyoda ayağınız kaysa
başınız taşa değse, sizin yokluğunuzu duyacak kimse olmadığı için ölürsünüz. Ve
bu şekilde yaşamını yitiren birçok tutsak var. Yaşamak için, hasta olmak, dikkatsiz
davranmak lüksünüz yok. Koşullar sizi hasta ederken, siz olmamak için de
direnmek zorundasınız.
Son yıllarda herkese o kadar çok ağırlaştırılmış müebbet
cezası veriliyor ki, hapishanelerde ağırlaştırılmışları koyacak hücreler bile
yok. Bu nedenle hücre cezalarının infazının yapıldığı hücrelere konuluyor
ağırlaştırılmışlar.
Size kaldığım hapishanede yaşadığım ve tanık olduğum kimi
olayları da anlatayım. Kafanızda somutlanması açısından…
Benimle aynı koşullarda yüzlerce kişi kalıyor. Disiplin
cezalarının infaz edildiği yerlerin havalandırmaya açılan kapıları yok.
Havalandırma süremizde, hücreden çıkarılıp havalandırmaya kilitleniyoruz. Başka
bir alana geçiyoruz çünkü. Normal koşullarda hücre- havalandırma bağlantısı
olmalı. Havalandırmadayken de hücrelerimizi kullanabilmeliyiz. 1 saatlik sürede
spor yapıp, elimi yüzümü yıkamak isteyebilirim. Sandalyemi masamı güneşe
çıkarıp orada oturup çalışabilirim. Çayımı kahvemi içebilirim. Tuvalet
ihtiyacımı karşılayabilirim. Ya da havalandırmadayken yağmur yağdığında hücreme
geçip kendimi koruyabilirim. Fakat havalandırmaya kilitlendiğim için bunların
hiçbirini yapamıyorum. Acil tuvalet ihtiyacım olsa kapılara vurup gardiyanlara
sesimi duyurmak zorundayım. Gardiyanların işi olursa –genelde hep işleri
vardır- gelmezler. Örneğin geçen yıl havalandırmadayken birden yağmur başladı
ve sağanak şeklindeydi. Gardiyanlara seslendim, sesimi duyuramadım. Karşı
koğuştan arkadaşlarıma seslenip gardiyanlara haber vermelerini söyledim.
Geldiklerinde 15 dk. geçmişti. 15 dk. ben sağanak altında kaldım, gerisi tabii
hastalık.
Kaldığım bölümde 6 altta, 6 üstte olmak üzere 12 tane hücre
var. Pencereleri aynı havalandırmaya bakıyor.
Burada 4 siyasi tutsağız. Normal koşullarda adlilerle siyasileri
karşılaştırmamaları gerekiyor. Fakat hücre cezaları için ya da koğuşta çıkan
kavgalardan dolayı geri kalan 8 hücreye sürekli birileri getiriliyor. Bu
kişiler sokakta dahi duymadığımız küfürleri ediyorlar bizlere. Gardiyanlarca,
‘bunlar terörist’ diye yönlendiriliyorlar. Sırf pislik olsun diye çöplerini
atıyorlar havalandırmamıza ve bunları temizlemek zorunda kalıyoruz. Sürekli
camdan bağır çağır konuşup şarkı söylediklerinden pencereyi kapatsanız dahi bir
kitap bile okuyamıyorsunuz. Ya da verem, uyuz gibi hastalığı olan kişileri
buraya getiriyorlar. (şu ara uyuz salgını var tüm hapishanede) bizim sağlığımız
ise hiç düşünülmüyor.
Koşullar kişileri intihara sürüklüyor ve bunun idare de
farkında. Adli bir ağırlaştırılmış kadın geçen aylarda telefonda ailesiyle
ilgili kötü bir haber almış ve ağlamış. İdare kadını apar topar getirip bizim
bölmeye koydu. Bizim kısım alt katta ve gardiyanlarca kontrol daha kolay diye.
Kadının sinir krizi geçirip de kendine zarar verme ihtimaline karşı bunu
yaptılar. Ne kadar iyi niyetli bir yaklaşım diye düşünebilirsiniz. Ama değil.
Kadının hiçbir eşyasını almasına izin vermediler. Boş bir hücreye koydular. Kapıdan
baktıkları zaman görmek için yatağını da yere koydular. Kış günü kadın sıcak
bir çay içemiyor, yemek alacak kabı
kacağı yok. 5- 10 dakikada bir sürekli kontrol ediliyor ve arada intihar
etmemesi yönünde gelip konuşuluyor. Kadının öyle bir amacı yok. Sadece üzgün. Üzüntüsünü
yaşaması için, insana ihtiyacı var. Onu anlayacak insanlarla konuşup
rahatlamaya ihtiyacı var. Bunu sağlamak
yerine çok daha ağır koşullarda tutarak, tedbir diye sürekli taciz ederek
alttan alta intihar et mesajı vererek iyilik mi yapılıyor?
Ağırlaştırılmışlara sürekli intihar edebilecek insan olarak
yaklaşıyor idare. Neden? Çünkü bu koşullarda insanların uzun sre sağlıklı
kalamayacaklarını onlar da biliyor. İntihara neden olan şey ağır tecrit
koşullarıdır. Bu koşulları ortadan kaldıracaklarına tedbir adı altında daha
yoğun bir baskı altına alıyorlar.
Basit bir örnek daha vereyim. Karşılaştığımız adli
ağırlaştırılmışlar her geçen gün kilo alıyor, obez olanlar var. Hareket
alanımız yok çünkü. Siyasiler olarak biz daha iradi davranıp dikkat
edebiliyoruz. O daracık hücre içinde dahi spor yapmaya çalışıyoruz (kolumuzu,
bacağımızı sürekli bir yerlere vurup morartma pahasına). Gerçekse, uzun sureli
hareket alanımız olmadığıdır. Geçen aylarda Sağlık Bakanlığı hapishanede
obezite ölçümü yapmıştı. Tüm koğuşta kalanların kiloları kontrol edilmiş. Fakat
tekli hücrelerde kalan kimseninki kontrol edilmedi. Obeziteye karşı Sağlık
Bakanlığının 10 bin adım kampanyası var. Haberlerde görüyorsunuzdur. Bir gün
dakika tuttum, ne kadar yürüyebiliyoruz acaba diye. 8 dakikada 1000 adım attım.
Yani 10 bin adım için asgari 80 dakikaya ihtiyaç var. Fakat bize tanınan 60
dakika ve bunun içinde önceki anlattıklarımdan anlaşılacağı gibi temizlik,
arkadaşlarımla sohbet de var. Bu gerçek bilindiği için de tekli hücreleri
obezite kontrolüne dâhil bile etmediler.
Sağlıktan söz açılmışken, öyle bir keyfiyet var ki, her
hafta revire çıkma hakkımız olmasına rağmen ağırlaştırılmışları 2 haftada bir
alıyorlar. Yasada böyle bir hüküm var mı? Yok! Ama keyfiyet işte, madem
teklilere görüş 2 haftada bir, o zaman revir de 2 haftada bir olsun deniliyor.
Önemli bir rahatsızlığınız olduğuna inandırmak için saatlerce kapı vurduğumuz oluyor.
Oysa tekli hücrede kalanların sağlığına çok daha dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü
herhangi bir hastalıkta yanımızda kimse yok. Kalp krizi geçiren ölebilir, başı
dönen düşebilir, ateşi çıkan havale geçirebilir…
Ağırlaştırılmış olmak tam anlamıyla hastalıklardan hastalık,
ölümlerden ölüm beğenmek demek. Bu koşullar, kişi hangi suçu işlerse işlesin,
insani değildir. Ve bir an önce kaldırılmalıdır.
Dirençle kucaklıyorum. Umutla kalın…