Birinci duruşma gününde süren dilekçe mücadelesi bu duruşmada da devam etti. Özgül Emre'nin değimiyle 'bizim çok daha ileri taleplerimiz varken mahkeme heyeti bizi cam kafeslerini tartışma durumunda bırakmak istiyor'. Dolayısıyla savunma ekibi bu duruşmaya da cam kafesinin kaldırılmasını talep eden dilekçe ile başladı.
Savunma, cam kafesinin hukuka aykırı olduğunu, davanın niteliğine uygun olmadığını ve mevcut yasalar çerçevesinde bile yersiz ve keyfi olduğunu vurguladı. Bu dilekçenin ardından savcılığın cevabı kısa oldu. 'Dilekçede sürekli tekrarlar var. Aynı şeyleri söyleye söyleye yanlışı doğruya dönüştüremezsiniz. Hatta protokolcünüzden geçen sefer bahsetmiştim, bu sefer içe doğru sürünerek tutuklulara daha da yakınlaşmış durumda. Bu koşullarda cam bölmesini kaldırmak imkansızdır.'
Tutsaklar ve savunma adaleti savunurken, savcılık adaletsizliği savunmaya devam ediyordu. Protokolcü hakkında söylenenlere karşı çıkan Avukat Yener Sözen şu şekilde tepkisini belirtti: 'Akıl dengenizde sorun mu var bilmiyorum ama geçen sefer de söyledik yine söylüyoruz. Protokolcü sürünerek içeriye doğru gelmedi, ben daha yakına oturması için davette bulundum. Ayrıca mahkeme heyeti talebimizi değerlendirip protokolcü olmasına izin vermiş. Size ne oluyor? Şimdi sizinle her duruşmada yeniden bunu mu tartışmak zorundayız?'
Savcının itirazına Özgül Emre cevap verdi;
'Geçen duruşmada söylemek istediklerim vardı yalnız ne yazık ki zamanın ilerlemesinden dolayı bugüne kaldı. Önceki duruşmada söylediklerimle ilgili heyet başkanı kullandığım 'asla kabul etmeyeceğim' sözlerime dikkat çekerek yasalara ve hukuka saygı göstermediğimi iddia etti. Biz burada insanlık onurundan, adil yargılanma ve savunma hakkından bahsediyoruz. İddia makamı buna 'yaptık, oldu' niteliğinde cevap veriyor. Hatırlatmakta fayda var; Naziler bu ülkede sosyalist ve komünistleri tutukladığında bunu mevcut yasalara dayandırdı. 'Yaptık, oldu' dediler. Sonra Yahudileri topladılar, Avrupa'nın her yerine kamplar kurdular. Tepki koyanlara ise 'yaptık, oldu' dediler. Diğer ülkeler bir şey yapmadılar. 'Nasıl olsa biz hedef değiliz, asıl hedef Sovyetler'dir' dediler. O rahatlıklarını bozan Alman Nazileri ise işgalleri için 'yaptık, oldu' dediler. 52 milyon insanı bir kaç gün içinde katletmediler. Adım adım ilerlediler. Ve her adımdan sonra 'yaptık, oldu' dediler.
2011'de, yine böyle bir mahkemede 9 insanımızı katleden NSU üyesi Beate Zschäpe'nin mahkemede her türlü savunma özgürlüğü vardı. Hatta o kadar sınırsız bir savunma özgürlüğü vardı ki, mahkeme heyeti 'bu yetmez' dercesine soracağı 52 soruyu ona önceden iletip hazırlanabilmesini sağladı. 9 insanı katleden bu katil için cam kafes işkencesi öngörülmedi. Mahkeme heyeti 'yaptık, oldu' cevabını verdi.
Çok uzağa gitmeye gerek yoktur, kendi ülkemden bahsedeyim. Benim ülkem; değim yerindeyse 'yaptık, oldu' ülkesidir. Her türlü caniliği, vahşiliği, hak gaspını, işkenceyi bu mantıkla savunabiliyorlar. 'Yaptık, oldu' diyorlar her seferinde. Hatta; Çocuk katili diktatör Tayyip Erdoğan İsveç'le ilgili 'bizim gibi yapın, biz yaptık, oldu' diyebiliyor.
Bugün iddia makamı da aynı şeyi söylüyor bize. 'Yaptık, oluyor.' Evet, yaparsınız, olur. Bizim elimizde buna karşı yapabilecek çok bir şey yoktur. Ancak kulaklığı çıkarır, yüzümüzü halkımıza çevirebiliriz. Heyet başkanının farklı, yapıcı önerileri varsa onları da dikkate alırız. Ancak biz burada yargılanırken iddia makamının da, heyetin de söyleyeceklerini dinlemek isteriz, söyleyeceklerini söylerken yüzlerine bakmak isteriz. Çoğu kez silah eşitliğinin olup olmadığı tartışıldı bu salonda. Ben buna kesinlikle karşı çıkıyorum. Bizim hiç bir silahımız yoktur. Siz ise bütün silahları kuşanmış, bizi sırtımız duvara dönük kurşun yağmuruna tutuyorsunuz. Bizimle birlikte insan haklarına, masumiyet karinesine, evrensel hukuka ve hatta 12 Eylül koşullarındaki hukuka bile kurşun sıkıyorsunuz. Bizim bunlara karşı pankart gibi taşıdığımız bedenlerimizden başka bir şeyimiz yoktur. Evet, 'yaptık, oldu' demeye devam edebilirsiniz. İddia makamı öyle yapıyor.
Belki bu yaptıklarınızın burada bir somut sonucu görülmeyecektir. 'Yaptık, oldu' diye üstü kapanacaktır. Ama şunu biliyorum ki bunların mutlaka ama mutlaka toplumsal, siyasal ve tarihsel sonuçları olacaktır. Bunu göreceksiniz. Bizim direnişimiz de aynı şekilde olacaktır. Mutlaka toplumsal, siyasal ve tarihsel bir karşılığı olacaktır. Biz o yüzden savunma hakkı ve adil yargılanma koşulları için, özgürlüğümüz için verdiğimiz mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bundan asla vazgeçmeyeceğiz.'
Mahkeme salonuna gelen halkın yoğun alkışlarıyla cevaplanan bu konuşmadan sonra heyet başkanı söz aldı;
'Geçen sefer de dedik, yine söylüyorum. Biz sizi henüz tanımıyoruz. Tanımak istiyoruz. Sorun yaşamayacağımıza dair emin olmak istiyoruz. Emin olursak, bu güvenceyi sizden alırsak cam bölmesinin kalkmasının önünde hiçbir engel yoktur. O yüzden biraz bekleyelim, sabırlı olalım. Günün sonu değil bu.'
Heyet başkanının bu konuşmasına avukat Schmitt şu şekilde cevap verdi;
'Ya peki tersini denesek nasıl olur? Kaldırın cam kafesini, tanımaya başlayın. Sorun yaşanıp yaşanmadığını izleyin. Baktınız sorun mu var? Tekrar getirin cam bölmesini. Ama bu şekilde yapılınca mantığa ters bir yaklaşım söz konusu olmuş oluyor.' Devamında ring araçlarında elleri ve ayakları kelepçelenen ve ayrıca kulaklarına kulaklık geçirilen İhsan Cibelik'in getir-götür işlemlerindeki koşullarının düzeltilmesini talep etti.
Savcı, kulaklıkların diğer tutuklularla konuşmaması için uygun olduğunu, iletişim ihtimalini engellememenin diğer bütün önlemleri boşa çıkartmış olacağını, o açıdan hapishanenin bu güvenlik önleminin tam yerinde olduğunu söyledi.
Heyet başkanı da ek olarak 'bunlar hapishanenin inisiyatifinde olan şeyler. Ben götür-getir işlemlerin detaylarına müdahale etmiyorum. Ayrıca o konuda hapishanenin suçu önleme yetkisine tamamıyla güveniyorum' dedi.
Heyet başkanından sonra sözü İhsan Cibelik aldı ve yaşadığı işkenceye değindi;
'Biz daha önce de insanlık onurundan ve adaletten bahsettik. Bunlar öyle basit şeyler değil. Benim çocukluk arkadaşlarım adalet ve insanlık onuru için hayatlarını vermek zorunda kaldılar. Ülkemde polisler çok affedersiniz insanların hayalarını sıkarak ifade vermeye zorluyorlar. Diğer işkence yöntemlerinden bahsetmeyeceğim. Biz o işkence koşullarında bile duruşmaların hukuk ilkeleri çerçevesinde yürümesi için mücadele ettik. Bahsettiğimiz 12 Eylül cuntasının hukukudur. Siz bu söylediklerimi duygusal çıkışlar olarak değerlendirebilirsiniz. Ama bunlar gayet bilimsel şeylerdir. En temel insanlık hakları için verilen mücadeledir bu. Aksi taktirde insanlık onuruna sahip çıkmamış olacağız.
Bizim buraya getirildiğimiz koşullarda yaşadığım işkenceyi anlatmak istiyorum. Ring araçlarında üç hüçre vardır. Her bir hüçre yaklaşık 60 santim uzunluğundadır. Eller kollar kelepçeli. Ayaklarda prangalar var. Bu koşullarda üstelik yaklaşık 45 dakika yol gidiyoruz. Üstüne bir de kulaklık takıyorlar. Öyle bildiğiniz müzik dinleme kulaklıkları değil. İyice sıkan ve her türlü sesi anında kesen türden. Bu işkence değil de nedir? Ayrıca bir insanın başka bir insanla konuşmasından daha doğal ne olabilir? Buna neden karşı çıkılır? Akli bir sorunun ürünüdür bu. Her şeyde, her yerde suç görmenin sonucudur. Bu koşulların derhal düzeltilmesini talep ediyorum.'
İhsan Cibelik'e ek olarak avukat Ahues söz aldı;
'Madem iki kişinin birlikte götürülmesinde öyle bir tehlike görüyorsunuz, madem iki kişi aynı araçta olunca bu önlemleri almak zorunda hissediyorsunuz kendinizi, o zaman sizin göreviniz ayrı araçlarda getir götürü sağlamaktır. Bu sorumluluk sizindir!'
Tüm bu dilekçelere savcı da, heyet başkanı da aynı ağızdan cevap verip durdu. 'Biz hapishane personeline güveniyoruz, bunlar güvenlik amaçlı, onlar yapıyorsa bir bildikleri vardır.' Yani; 'Siz işkence yapın, biz sizi mahkeme salonlarında savunuruz. Arkanızdayız. Aman eliniz soğumasın' diyorlar!
Duruşma bu şekilde, çeşitli dilekçeler ve savcılığın asılsız itirazlarıyla yaklaşık 4 saat sürdü. Duruşmanın sonunda 3 devrimci tutsak katılan halkın alkışlarıyla selamlandılar. Tutsaklar zafer işaretleriyle cevap verdiler.
2. duruşmaya toplam 30 kişi katıldı. Bir sonraki duruşma tarihleri ise 21 Haziran ve 11 Temmuz'da. Tüm halkımızı bu duruşmalara katılmaya, mahkemenin keyfiliğini ve saldırılarını teşhir etmeye çağrıyoruz.
DEVRİMCİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR!
ÖZGÜL EMRE, İHSAN CİBELİK VE SERKAN KÜPELİ ONURUMUZDUR!
KAHROLSUN ALMANYA EMPERYALİZMİ, YAŞASIN MÜCADELEMİZ!
HALKIZ, HAKLIYIZ, KAZANACAĞIZ!
Faşist 129 Yasası Kaldırılsın Komitesi
20.06.2023