Dosya No: 2023/154
Sanık: Ayten ÖZTÜRK
Bugün burada
ben değil, işkencecilerin yargılandığı bir mahkemede olmam gerekirken,
işkenceyi anlattığım kitabımdan dolayı ben yargılanıyorum.
Bu kitapta 6 ay
boyunca yaşadığım işkenceleri anlattım. Bana bu kitapla ilgili “örgüt
propagandası” iddiasıyla açılan bu dosyada işkenceden hiç bahsedilmemesi,
görmezden gelinmesi dikkat çekicidir. Bu şunu düşündürtür: kitabın bütününde,
yaşadığım işkenceleri anlattığım halde, işkenceden hiç bahsedilmemesi,
işkencenin üstünün kapatılması, kanıksatılması ve meşrulaştırılmasıdır.
Kitapta anlattığım
işkencelerle ilgili örgüt propagandasından bahsediliyor! Kitabın neresinde
örgüt var? Orada ben tek başımaydım. Tek başına kapkaranlık bir hücrede!
İnsansız, zaman kavramının dahi olmadığı, sadece işkence seslerinin olduğu ve
sadece kendi beynimin içindeki düşüncelerle baş başa kaldığım bir yerde nasıl
örgütten bahsedilebilir…
İşkence
altında, tek başına bir insanın yaşadıklarının anlatıldığı bir kitapta nasıl
örgütün propagandası yapılabilir. Böyle bir yerde aylarca tek başınıza kalsanız
siz kafanızdan ne geçirirdiniz. Ya sevdiklerinizi ya da tarihten güç
alabileceğiniz kahramanları, olayları düşünür güç almaya çalışırdınız. Ben de
bunu yaptım. Mahir Çayan’ın adalı şiirini kafamdan geçirdim. Bunun neresi suç?
Adalı şiiri, 50 yıldır her yerde okunan, benim gibi hücrede tek başına kalan,
işkence altında olan birine umut veren, güç veren bir şiir…
Ayrıca kitapta
Ümit İlter’in şiirinin yer alması da suç olarak gösteriliyor. Ama hangi mısrası
suç savcı bunu söylemiyor.
Öyle görünüyor
ki, sadece her iki şiirin şairleri nedeniyle örgüt propagandası olarak
görülüyor.
İçimden
şiirleri bile geçirmeyip ne yapmalıydım sizce?
“biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında suyu
torbasında ekmeği
ve kemerinde kurşunu kalmamışları
ayakta tutabilir
…
göz gözü görmez olmuş
tek bir ışık bile yok
yürek bir yaralı şahindir
döner boşlukta
belki bir şiir
bir şiir kırıntısı
çalar kapımızı umutsuz karanlıkta
yoklar yüreğimizi
iğilir yaramıza
dağıtır korkumuzu”
Bana her
vurduklarında, bana saatlerce sesli müzik dinlettiklerinde ne yapmalıydım? Ya
da işkence yapılan diğer insanların seslerini dinlettiklerinde ne yapmam
gerekirdi? Oturup saatlerce ağlamam, sızlanmam mı gerekirdi? Bitip tükense miydim?
Aklımı mı yitirseydim. Bunu yapmak için ellerinden geleni yaptılar zaten;
“Belki bir gün buradan çıkarsın ama akli dengen yerinde olur mu bilemeyiz”
diyorlardı.
Aklımı
yitirmedim. Çünkü; çok sevdiğim ve yıllar önce kaybettiğim ablamı, abimi ve yengemi
de düşündüm. İddianameye göre onları düşünmem de suç! Bu iddianamede bu
insanların nasıl katledildiklerinden bahsedilmiyor! Canımdan çok sevdiğim bu
insanları nereden tanıdığım soruşturuluyor. Aynı evde doğup büyüdüğüm bu
insanlar iddianamede geçiyor ve suç olarak gösteriliyor. Bunun neresi suç,
örgütle, propagandayla ne ilgisi var. Ben bunları orada yaşadım, hissettim,
düşündüm ve bunları yazdım. Tüm bunlar işkence altındayken, yani askıda,
falakada, elektrik-elektroşok verilirken, tazyikli suda boğulmaya çalışılırken
ya da saatlerce tabutlukta bekletilirken. O işkenceciler beni taciz ederlerken,
tecavüz girişimlerinde, ben bu sevdiğim insanları düşünerek aklımı yitirmedim!
İşkencede açlık
grevinde yaşadığım sağlık sorunlarından bahsetmem bile savcıya göre bir örgüt
propagandası halbuki ben sadece yaşadıklarımı ve düşündüklerimi aktardım.
Kitapta işkencecilerin,
bana defalarca “sen burada ölsen kimsenin ruhu duymaz, umurunda da olmaz, kimsesizler
mezarlığına atarız kimse bulamaz” dediklerini yazdım. Beni bir hiçliğin,
bilinmezliğin, yalnızlığın ortasına gömmeyi düşünüyorlardı. Ali geldi aklıma…
abisi yıllar sonra buldu kemiklerini…
Duymuşsunuzdur;
Ali Yıldız adında bir gencin abisi yıllar önce günlerce ölüm orucu yaptı. Sırf
kardeşinin kemiklerine ulaşmak için bedenini ölüme yatırdı. Bunu tüm dünya
duydu. Ben de duydum. Ve sonunda Ali’nin kimsesizler mezarlığına gömülen
kemikleri verildi abisine. Benim de kemiklerim belki yıllar sonra bulunur diye
düşündüm. Çünkü kaçırılmıştım ve kaybedilmiştim. Kimse orada olduğumu
bilmiyordu. Beni de kimsesizler mezarlığına gömme ihtimalleri olduğunu ve benim
de kemiklerimin bulunacağını düşündüm.
6 aylık işkence
sürecinden sonra tutuklanıp hapishaneye götürüldüğümde insana benzer bir yanım
kalmamıştı. Bir deri bir kemik ve bedenimdeki yüzlerce yaramdan dolayı
hapishane memurları beni içeri almadı bile. Tekrar hastaneye gönderip, darp
raporu alınmasını istediler.
Hapishaneye
girdiğimde birlikte kaldığım tutsakla çektirdiğim bir resim de dosyaya konmuş.
Bu hapishanede çekilen bir resim. Hem de beni sarıp, sarmalayan, yaralarımı
iyileştiren hücre arkadaşımla olan resmim konmuş dosyaya! Masanın üstündeki tavır dergisi hapishane denetiminden geçtikten
sonra bize verildi. Hakkında herhangi bir yasaklama ve toplatma kararı olmayan
bir dergi bile suçmuş gibi gösteriliyor. Fotoğraftaki kişiyle biz hücrede
birlikteydik. Bu ülkenin hapishanesinde! O resim de hapishaneden çıkan bir
resim. Bunun nesi suç?
Ülkemizde
düşünce özgürlüğünden bahsedilir. Herkes istediğini düşünür, söyler değil mi?
Bu anayasal bir hak! Peki neden benim kitabımda, Filistin’le ilgili yaptığım
değerlendirme suç oluyor? Herkes aynı düşünmek zorunda mı? Filistin halkının
yanında olmak, işgalci İsrail’le ilişkileri kesmeyi gerektirir. Öyle bir şey
yok. Hem İsrail’le ilişkilerin bozulmaması için her türlü çabayı göster, hem de
Filistin halkının yanında olduğunu söyle; Buna Filistin halkı bile inanmıyor
artık.
Kendi kitabımda
kendi fotoğrafım var. Savcıya göre bu da örgüt propagandası. Benim kendi
görüntüm, yüzüm örgüt propagandası anlamına mı geliyor? Arkamdaki duvarda da
Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’in resimleri var. Grup Yorum üyesi olan bu iki
insanı da tüm dünya tanıyor. Özgürce sanat yapabilmek için, konser yasaklarının
son bulması için hayatlarını ortaya koydular. Tesadüf eseri fotoğraf çekilirken
resimlerinin arkamda olması örgüt propagandası mı oluyor?
Şu an hayatta
olmayan bu insanlar üzerinden suç yaratılmaya çalışılırken, benim yaşadığım
işkencelerden, bana işkence yapanlardan hiç bahsedilmiyor. Bu davadan açıkça şu
anlaşılır, işkenceyi anlatmak suç, işkence yapmak suç değildir.
Ben işkence
altındayken Yorum ’un şarkılarından da güç aldım. Çünkü sürekli ya gelip
konuşuyorlardı, beni ölümle, kimsesizler mezarlığına gömmekle tehdit
ediyorlardı. Ya da işkenceyi sürekli çeşitlendireceğiz, gerekirse seni tedavi
eder ayağa kaldırır tekrar ikinci aşamaya geçeriz diyorlardı. Saatlerce çok
gürültülü yabancı müzik veya özlem üzerine duygusal müzikler dinletiyorlardı.
Amaç, beni yalnız hissettirmek, moralimi bozmak, zayıf düşürmekti. Ben de
çocukluğumdan beri sürekli dinlediğim Grup Yorum şarkılarını kafamdan geçirerek
o ortamdan uzaklaşmaya çalışıyordum. Aklımı koruduysam, bu şekilde korudum. Suç
olan Grup Yorum şarkılarını düşünmek , söylemek değil, bir insana fiziki ve
psikolojik işkence yapmaktır.
Kitabın
tamamını okudunuz mu bilmiyorum? Bu kitabın tamamında yaşadıklarımı anlattım.
Aylarca elleri arkadan kelepçeli, gözleri bağlı, kafasında çuval geçirilmiş ve
işkencecilerin istediği her saatte çeşitli işkencelerin yapıldığı bir kadın
olarak yaşadıklarımı sineye çekmemi susmamı mı istiyorsunuz!
Bu ne demektir
biliyor musunuz? İşkencenin sürmesi demektir. Bana işkence yapanların cezasız
kalması demektir. Benim içimde açılan yaraların asla kapanmaması demektir. Hayır
susmayacağım!
Burada
yargılanması gereken ben değilim. Burada yargılanması gereken; yıllardır
soruşturma gereği bile duymadığınız işkencecilerdir! 6 sene boyunca defalarca
hakim karşısına çıktım. Bir teki bile işkenceyi soruşturma gereği duymadı. Neden?
Savcılar kafalarını kaldırıp işkence yaralarıma bile bakmadılar! Suç duyurularıma
ise takipsizlik verildi. Benim kitabım aynı zamandı bir suç duyurusudur.
Gördüğüm işkenceyle ilgili yaptığım suç duyurularından hiçbir sonuç alamadım.
Ben de sesimi bu kitabım aracılığıyla dünya halklarına duyurmaya çalıştım.
Ben bir işkence
olayından bahsediyorum. Öyle bir günlük iki günlük de değil. Tam altı ay süren
bir işkence sürecinden bahsediyorum. İddianameyi hazırlayan savcı kitabımda
propaganda suçu aramak yerine çok açık olan işkence suçuyla ilgilenmeliydi. Benim
kitabımda tek bir suç unsuru olmadığını hepiniz biliyorsunuz! Şunu da bilmenizi
isterim. Benim yaşadığım işkenceleri, bu salonda olan herkes bir gün
yaşayabilir. Gördük, duyduk, biliyoruz; bu ülkede işkence başta benim gibi devrimci-demokrat
kesimler olmak üzere herkese uygulanıyor. Ama herkese!
Buna sessiz
kalmak insanlık onuruna aykırıdır. Bundan dolayı burada ben değil asıl olarak
işkenceciler yargılanmalıdır diyorum.
Ben 2,5 yıldır
ev hapsindeyken çeşitli ülkelerden ziyaretime gelenler oldu. İtalya’dan bir
yönetmen benim belgeselimi yaptı. Çok sayıda röportajlar yapıldı. Benim amacım
herhangi bir örgütün propagandasını yapmak değil, işkence gerçeğinin duyulması,
işkencecilerin cezalandırılması ve gizli işkence merkezlerinin açıklanması,
kapatılmasıdır. Benden sonra hiç kimsenin aynı işkenceleri yaşamasını
istemiyorum.
İddianamede
Okmeydanı Mahallesi’nde kitabımın dağıtımının yapıldığına dair bir twit yer
alıyor ben 2,5 senedir ev hapsindeyim. Kitabımı herhangi bir yerde dağıtamadım,
İddianamede bahsedilen dağıtımdan da bilgim yok. Ben kitabımı evimde dağıttım.
İmza günümü bile evde yaptım.
Yaşadıklarımı
yazdığım kitabımdaki her satır düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. Suç
unsuru olabilecek tek bir ifade yoktur. Asıl suçluların, işkencecilerin
cezalandırılmasını ve beraatımı talep ediyorum.