Davanın 2. duruşması 7 Kasım 2023 günü Çağlayan’daki 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Mahkeme öncesi basına konuşma yapan eski HDP Milletvekili Musa Piroğlu “Ayten Öztürk’ün davasındayız. Yazdığı kitap yüzünden yargılanıyor. Ülkemizin geldiği durum bu. İşkenceyi yapanlar değil işkenceyi anlatanların yargılandığı bir dönemden geçiyoruz. İşkence insanlık suçudur. İşkencenin kökünü kazımadığımız sürece, yapılmasını engelleyemediğimiz sürece kimsenin can güvenliği yoktur. Özgürlüğü de yoktur. Birlikte kazanacağız ve işkencecilerin yargılandığı bir dönem için beraber mücadele edeceğiz” dedi.
Ayten Öztürk de yaptığı konuşmada, “Bugün görülen bu duruşma kitabımla ilgili ikinci duruşma. İlk celsede ceza istendi. Karar verileceğini düşünüyoruz. İşkence bu kararla savunulmaya çalışılıyor. Gizli işkence merkezleri görmezden gelinmeye çalışılıyor. Kitabımda tamamen işkenceyi anlattım. 2018’de Lübnan’dan kaçırılıp Türkiye’ye getirilmemi, 6 ay boyunca yaşadığım işkenceleri anlattım. Ama buna rağmen işkencecilerle ilgili bir soruşturma açılmadı. Ben işkenceyi anlattığım için benimle ilgili soruşturma açıldı. Bu boş bir dosyadır. Burada verilen karar ne olursa olsun ben işkenceye karşı mücadelemi sürdüreceğim, çünkü işkence insanlık suçudur, buna izin vermeyeceğiz” sözlerine yer verdi.
11.35’te başlayan duruşmada ilk sözü Av. Seda Şaraldı aldı. Şaraldı savunmasında “Ayten Öztürk, ‘Her gün tanıdığım 3 şehidi düşündüm.’ diyor, savcı ise örgüt üyelerini övüyorsunuz diye suçlama getirmektedir. Ne söyleniyorsa ne yazılmışsa onu baz almak zorundasınız, yorum yapmamalısınız. Aşırı yorumun hata olduğu kararındayız. İnfaz edilmek, yakılmak ve övmek terimleri suç unsuru olarak kullanılmış. Yazgülü Güder Öztürk için yakıldı diyor müvekkilim. Yazgülü Öztürk için devlet tarafından yaşam hakları ellerinden alınmış diye karar aldı AİHM. Songül İnce ve Birsen Kars ile ilgili davalarda AİHM’nin kararında insanların yakıldığı yazıyor. Devlet insanın yaşam hakkını savunmak zorunda. Sağ yakalanabilecekken öldürmek kabul edilemez, infaz yasalarda suçtur. Müvekkil aile üyelerinden bahsederken objektif olmak zorunda değildir. Orda acıları, hisleri, yaşadıkları vardır. Yasadışı olan anlattıkları değil, yaşadıklarıdır.” dedi.
Av. Doğa İncesu ise, savunmasında “Öfkeliyim, çünkü biliyorum ki karşımdaki insan aylarca işkenceye uğramış, tacize, tecavüz tehditlerine uğramış bir insan. Bir tek işkenceci yargılanmadı, bugün müvekkilim yargılanıyor. Bir avukat olarak da bir insan olarak da öfkeliyim. Ama savunmama bu öfkemi yansıtmamaya çalışacağım. Yargıtay’ın bir kararında ‘Biji Serok Apo, Şehit Namırın’ sloganlarını ifade özgürlüğü olarak ele almıştır. MKP davasından yargılanan birinin davasıyla ilgili ‘Şehit Namırın ve ……. Ölümsüzdür’ gibi ifadelerin şiddeti övmediği kararı var. Bizzat sizin imzanızın olduğu bir kararda, ‘kişileri hedef gösterip kanlı bir hesap sorma olup olmadığı, kışkırtma olup olmadığı kararıyla değerlendirilmelidir’ demişsiniz. Ve beraat kararı vermişsiniz.
Yazgülü Güder Öztürk yakılmadı mı? Getirelim otopsi raporlarını, ben yakılan 6 kadının otopsi raporlarını koydum dosyaya.
Biz avukatlar da dışardaki 60 yaşındaki takım elbiseli analar babalar da müvekkilimizin anlattıklarının şahidiyiz. Müvekkilimiz tarih önünde beraat edecektir ama istiyoruz ki burada, mahkemenizde de beraat etsin. Çünkü adil olan bu.” dedi.
Avukatların ardından Ayten Öztürk söz aldı ve “6 ay boyunca bana kafanda ne var, çıkar onları dediler. Ben çıkarıp söylemediğim için her türlü işkenceyi gördüm. Şimdi de kafamdakileri söylediğim için cezalandırılmak isteniyorum.” dedi.
12.15’te duruşmaya ara verildi. Ara sonrası başlayan duruşmada beraat kararı verildi.
Mahkemeye katılan yaklaşık 100 kişi, Ayten Öztürk’ün ev hapsi de kaldırılana kadar mücadele etme kararlılığıyla, kitap davasındaki beraat kararının zaferinin coşkusuyla mahkemeden dağıldı.
Mahkemeye İtalya’dan gelen 2 kişilik heyet ile Musa Piroğlu ve Sanat Meclisi de katıldı.
Mahkeme sonrası basına konuşan Ayten Öztürk “Mücadelemiz devam edecek. Bu dava sadece küçük bir parçasıydı. Ben gerçekleri anlatmaya devam edeceğim. Asıl suçlular yargılanacak” diyerek mücadeleye devam çağrısı yaptı.
- AYTEN ÖZTÜRK’ÜN MAHKEMEDE OKUDUĞU SAVUNMA METNİ -
İSTANBUL 28. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE
Dosya No:20237154
Sanık: Ayten ÖZTÜRK
Konu: Esasa karşı beyanlarımdan ibarettir.
AÇIKLAMALAR
Geçen celse ayrıntılı savunmalarda bulunmuştum. Savcılık, kitabımla ilgili iki tespiti öne çıkararak cezalandırılmamı istedi. Bunlardan ilki tespit 4 diye geçen ve benim işkence altındayken düşündüğüm, hayal ettiğim şeylerden ibaret olan bir anlatım. Burada “tanıdığım üç şehidimizin yüzünü hatırlamak için kendimi zorluyor, aklımdan portrelerini çiziyordum. Sonra bunları kırmızı örtülü, üstü mumlarla süslü masaya yerleştirip, karşılarında onlarla ilgili hatırladığım her ayrıntıyı düşünüyordum.” Şeklinde kitapta geçen kısımdan bahsediliyor. Savcı bu kısım için cezalandırılmamı talep ediyor. Bu nedir? Bu kısımda hangi konudan bahsediyorum?
İşkence altındayken aklımdan geçen düşüncelerden bahsediyorum. Kitabımda işkencecilerin bana söylediklerini anlatıyorum: “Ne düşünüyorsun? Kafanın içinde ne var? Kafanın içindekileri çıkar?” işte kafamın içindekiler bunlardı. Orada bunları söylemedim diye daha çok işkence gördüm. Şimdi söylüyorum diye yargılanıyorum ve cezalandırılmak isteniyorum.
Savcı tespit 4 denilen kısım için cezalandırılmamı istiyor. Nedir bu? Gerçek hayatta hiç var olmamış bir olayın anlatılmasıdır. Hayal edilen bir olaydır. Kimsenin adından bahsetmiyorum burada. Ama savcı diyor ki DHKP-C örgütünün üyelerinin meşru ve masum gösterilmeye çalışılması… Kimlerden bahsediyorsunuz?
Yalnızca kendi kendime düşündüğüm bir olayı kitabımda yazmam nedeniyle nasıl örgüt propagandası yapabilirim? Kitabımda işkence sırasında kafamdan geçenler ve hissettiklerimden dolayı cezalandırılmam isteniyor. “Örgüt propagandası” olarak ifade edilen suçlamada bizzat kendi yaşadıklarım söz konusu.
Savcı abime, ablama ve yengemi düşünmemin, onlardan güç almamın onları “övme, meşru gösterme ve insanları bu yöntemlere teşvik etme çabasından başka bir şey olmadığını…” bütün mütalaa boyunca kullanılan hukuki olmaktan çok üstenci dil kendini burada da gösteriyor.
Niye bir ölüye şehit denir? Savcı diyor ki, eğer bir ölü devlet tarafından şehit sayılmamışsa yalnızca örgüt üyeleri ölülerine şehit der. Hayır öyle değil.
Şehit kelimesinin köken olarak ilk anlamı, şahit, “büyük acılar çeken ya da siyasal ya da dinsel inançları yüzünden öldürülen kimse” şeklindedir.
Şehit zulme karşı kendi direnişini şahit göstererek, aydınlanmasını paylaşarak, dünya üzerinde toplumsallaştırılmaya en az elverişli olan şeyi, yani bizzat ölümünü toplumsallaştırarak toplumun geleceğine kefil olur.
Örneğin 1 Mayıs anmalarında “1 Mayıs Şehitleri”, Beyazıt katliamının anmasında da “Beyazıt Şehitleri Anması” denir. Halkın hak mücadelesinde yer alan ve bu yolda yaşamını yitiren insanlara “şehit” sözü söylenebiliyor. Bu sadece DHKP-C’nin icat ettiği bir tanım değil. Bunu ifade etmek suç da değildir. Nazım Hikmet 1962 yılında yazdığı Hürriyet Marşı şiirinde;
"Beyazıt'ta şehit düşen
silkinip kalktı kabrinden,
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
yıktı Şahmeran'ın mağarasını." diyordu. Bu şiir Timur Selçuk tarafından bestelendi ve senelerdir okunuyor. Filistin’de katledilen halk şehit değil midir? İsrail'in zulmüne karşı direnen Filistin halkının direnişine tanıklık ediyoruz evet o ölüler bizi direnişe şahit ediyor. Ben kitabımda diyorum ki her gün üç şehidimizi düşündüm. Savcı diyor ki hayır, sen DHKP-C'lileri düşündün. Ne dediğimi ne düşündüğümü benden daha iyi bilme iddiasında. Dünya halklarının asırlardır hak ve özgürlükler mücadelesinde yitirdiği herkes dünya halklarının şehididir.
Savcılık bununla yetinmiyor. Kitabımda bahsettiğim abim, ablam ve yengem nedeniyle beni cezalandırmak istiyor. Bu, bana aile üyelerimden bile bahsetmeyi yasaklamak istediğini gösterir. Ben çocukluğumu beraber geçirdiğim abimi ve ablamı da örgüt propagandası olur korkusuyla düşünemeyecek miyim? Onlardan bahsetmeyecek miyim? Bu bana yapılan yeni bir psikolojik işkencedir.
Benim evimden bir cenaze kaldırıldı. Abimin cenazesi. Hayatta en çok değer verdiğim insanın cenazesi! O bir devrimciydi. Halkını ve vatanını kendi canından çok seven, dürüst, namuslu, emekçi bir insandı. Bir suçluymuş gibi gösterdiğiniz o insanın cenazesine 3,500 kişi katılmıştı. O canımın bir parçasıydı. Ben onun ölü bedenini gördüm. İki kolu parçalanmıştı ve sırtından vurulmuştu; yakın mesafeden ateş edildiği belliydi. İşkence altında her an bedenime elektrik verilirken, onun işkence altında yaşadığı acıları hayal ettim. Ben çocukken eve geldiğinde işkence gördüğünü bile söylemeyecek kadar namuslu ve ahlaklı bir insandı. Sırf biz üzülmeyelim diye söylemezdi. Kollarındaki, bacaklarındaki işkence izlerini, morlukları tesadüfen görürdük. O hep işkencelere direnmişti. Ben de onu düşünerek güç aldım.
Sadece abimi değil, annemi de düşündüm. Annem Arap kökenli alevi bir kadındı. O da çocukluğumdan beri bana, ihanet etmenin ölümle eşdeğer olduğunu anlatırdı. “Dilini de kesseler asla sevdiklerine, halkına ihanet etme” derdi.
Abimin eşi olan yengem için 19 Aralık’ta çatışmada öldüğünü söylüyorsunuz. Yengemin cenazesini ben göremedim. Çünkü ben de 19 Aralık’ta Ümraniye Hapishanesi’ndeydim. Yanımda insanların katledildiğini, onlarca tutsağın yaralandığını gözlerimle gördüm, yaşadım. Üzerimize onlarca gaz bombası yağdırıldı. Günlerce o koku bedenimizde kaldı. Kalıcı hastalıklara sebep oldu. 19 Aralık’ta yaşananların bir katliam olduğu dava dosyalarında da geçiyor. Yengem de bu katliamda Bayrampaşa Hapishanesi’nde diri diri yakılan 6 kadından biriydi. Mütalaada geçen ve onların ölmelerini haklı gösteren o cümleler gerçeği değiştirmiyor. 19 Aralık bir katliamdı ve o katliamda kadınlar diri diri yakıldı. Onlardan biri de benim yengemdi. Savcıya göre diri diri yakılan bir kadın için “yakıldı” demek DHKP-C örgüt üyelerine meşruiyet ve masumiyet kazandırma çabası oluyor. Kim inkar edebilir yengemin yakıldığını? Yengemin yakıldığı operasyon nedeniyle, operasyona katılan askerler, düzenleyenler yargılandılar. Hiçbirinde içinde yengemin de olduğu 6 kadının yakıldığı inkar edilmedi. Savcılık, bunun örgüt propagandası olduğunu düşünüyor diye gerçek değişmiyor. Ailelerimiz 6 kömür topu teslim aldı cenaze yerine. Yengemin bedenini teslim almaya giden annesi teşhis edemedi kızını. Son kalan 2 kömür topunu Seyhan Doğan’ın ailesi ile yengemin ailesi “ikisi de bizim kızımızdır birini sen al birini ben alayım” diyerek teslim aldılar. Bunlar bize yaşatılanlardır. Ben bütün kitapta yaşadıklarımı anlattım. Gerçek dışı hiçbir şey yoktur.
Resim1: 19 Aralık 2000’de Bayrampaşa Hapishanesi’nde yakılan ve kömür topu haline gelen altı kadından birinin bedeni.
Resim2: 19 Aralık 2000’de Bayrampaşa hapishanesinden çıkan kadınlardan siyahlı benim ablamdır. Yanık oldukları resimden de bellidir.
19 Aralık’tan önce başlatılan ve 7 yıl süren Ölüm Orucu direnişinin nedenini tüm dünya duymuştur. F Tipi tecrit hapishanelerine karşı başlatılmıştı. Ablam da tecrite karşı Ölüm Orucunda yaşamını yitiren tutsaklardan biriydi. Ablam bana göre dünyanın en onurlu, en namuslu, en şerefli insanlarından biridir. Evet benim için kutsal bir yerleri var. Bana hayatın tüm güzelliklerini öğreten, zorluklarda bana yol gösteren, güç veren onlardı.
O işkenceler altında tırnaklarım kanatılırken ablamın gülen yüzü geliyordu gözümün önüne; “Biraz daha diren” diyordu. Direndim ve acıları daha az hissettim.
Sizin parmağınızın ucuna iğne batsa canınız yanar değil mi? Benim tırnaklarımın altına kanatıncaya kadar o iğneler sokuldu. Direnme gücü bulabildiysem, beni bir an bile yalnız bırakmayan o sevdiklerimin payı büyüktü.
Mütalaada onlara masumiyet kazandırmaya çalışan ifadelerimden söz etmişsiniz. Abimi, ablamı ve yengemi çok iyi tanıyordum. Onların hayatta işledikleri tek bir suç olduğuna inanmıyorum. Hafızamı diri tutmak için onları düşündüm. Ayrıca beni kaybedip, katletmekle ve kimsesizler mezarlığına gömmekle tehdit ediyorlardı. Bu şekilde kimsesizler mezarlığına gömülen ve sonradan bulunup çıkarılan insanlar olduğunu biliyorsunuz. Aynı şey benim de başıma gelir ve ileride benim de kemiklerime ulaşılır diye düşündüm.
O cehennemin dibi denilen yerde başka ne düşünmemi beklerdiniz? Her an, her dakika tehdidin, işkencenin yaşandığı o ortamı bir hayal edin. Öyle bir ortama ne kadar dayanılabilir? Nasıl dayanılır? Ben bu şekilde direnmeye çalıştım. Direnmek insanlığın doğasında vardır. Suç mu işledim? Zayıf mı düşseydim? Aklımı mı yitirseydim?
Belki o işkencecilerin duyguları, düşünceleri sevdikleri yoktu. Ama benim var. Bunları düşündüm, hissettim ve güç aldım. Suç olduğunu düşünmüyorum. Anlattığım her şey kendi yaşadıklarımdır, gerçektir, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.
İşkencecilerin düşünsel de değil, fiili olarak işledikleri bir suç var. Asıl yargılanması gereken işkenceciler olduğu halde onlar hakkında tek bir soruşturma açılmadı. Ama bana ceza verilmek isteniyor. Bu işkenceleri 6 ay boyunca yaşayan biri olarak, açılan bu davayla da bana farklı boyutta işkence yaşatılıyor. Bu adaletsizliğe son verilmesini ve beraatimi talep ediyorum.
Resim3-4: 6 ay işkence sonrası vücudumdaki yüzlerce işkence izinin bir kısmı.