İhsan Cibelik’in kanser hastalığı 33. duruşmaya damgasını
vurdu.
Üniversite kliniği Köln'deki Üroloji Bölümü şefi, Profesör
Doktor unvanını taşıyan Heidenreich herhangi bir açıklama yapmadan ameliyat
yapmayı ret etti.
İhsan Cibelik PSA değerlerinin sürekli yükseldiğini, en
temel hakkının, yaşam hakkının gasp edildiğini dile getirdi.
Heidenreich isimli şahsın doktordan çok siyasi bir insan
olması gerektiğini vurguladı Cibelik. Şöyle sürdürdü: "Ben teröristleri
ameliyat etmiyorum mu diyor"?
Mahkemenin duymak istemediği taleplerini duyurabilmek için
36 gün AG yapmak zorunda kaldığını vurguladı. Ancak ameliyatın yapılacağını
duyduktan sonra AG'yi bırakıp, kendisini ameliyata hazırladığını belirtti.
Yeni hapishane doktoru daha ideallere sahipmiş ve doktorun
ameliyatı neden iptal ettiğini bilmediğini söylemiş. Kimse bilmiyor.
Mahkeme ve savcılıkta, ameliyatın neden iptal edildiğine
dair en ufak bir fikirleri olmadığını dile getirdi.
Cibelik'in avukatları hâkimin elinden daha fazla şeyler
gelebileceğini, mahkemenin başkanı sıfatıyla aradığı zaman, avukatlara
gösterdiğinden daha fazla saygı gösterebileceklerini söyledi.
Hâkim bunu avukatlar tarafından bir yardım çağrısı olarak
kabul ettiğini ve yardımını esirgemeyeceğini söyledi.
Ancak doktorların üzerine hiçbir yaptırım gücü olmadığını
vurguladı.
Savcılık, kendileri de tedavi için her zaman ne gerekirse
yaptıracağını söyledi.
Ancak kendilerinin de doktorlar üzerine bir yaptırım gücü
olmadığını. Ayrıca bu konunun artık çok uzadığını dolayısıyla mahkemeyi de
uzattığını vurguladı. Bu davada tutsaklıklar var ve dava uzadıkça onlarda
mağdur oluyor dedi.
Mahkeme birkaç gazete küpürünü okuyarak devam etti.
En sonunda Özgül Emre'nin dijital uzmanı Ahues 30 sayfalık
dilekçesini okumaya başladı.
Zamanın ilerlemesinden ve dilekçenin uzunluğundan yarıda
kesti. Mahkeme böylece bitirildi.
35. duruşma günü:
Bir gün sonraki duruşmada ise Türkiye üzerine bilirkişi olan
Profesör sunum yapmaya geldi.
Türkiye faşizminin zulmünden korumak, ailesine zarar gelmemesi
için profesörün adını haberimizde yazmayacağız. Ona kısaca Profesör x
diyeceğiz.
35. duruşmada Türkiyeli kökenli olan ve Almanya'nın bir
üniversitesinde öğretim görevlisi olan Profesör x, Türkiye'deki siyasi
durum" ile ilgili hazırladığı Powerpoint sunumunu yaptı.
Biz burada kendisini korumak için adını ve çalıştığı
üniversiteyi belirtmiyoruz. Ancak büyük bir ihtimalle Türkiye devletini çok da
rahatsız edecek şeyler söylemediği söylenebilinir.
Etliye, sütlüye fazla dokunmadı.
Ya bunları bilinçli dile getirmedi ya da Türkiye'deki
gelişmeler ile ilgili fazla bilgisi yok.
Bilirkişinin sunumu daha çok Kürdistan ve HDP ağırlıklıydı.
Türkiye faşizmin en temel katliamlarını bile saymadı.
Haziran ayaklanmasını bir zahmet dile getirdi.
Maraş, Sivas ve Gazi katliamına da 1 cümleyle değindi. Ama
Türkiye'de en kanlı katliamlardan biri 19 Aralık katliamı yoktu mesela. Veya
kendi değimiyle AKP'nin "altın döneminde" yapılan Roboski katliamı
bile yoktu. Dilek Doğan, Engin Ceber yoktu. Veya hendek savaşları döneminde AKP
faşizminin uyguladığı katliamlara bir iki örnekle değindi sadece.
Profesör X bir siyasi bilimci olduğunu söylüyor. Ama
sunumundan anlaşılan dünyada gerçekten olup bitenlerden bihaber.
Ne sınıflar mücadelesinden bilgisi var, nede emperyalizm ve
Türkiye'nin yeni sömürge ülke olduğunu ve emperyalizmden bağımsız politika
belirleyemeyeceğini.
Bilirkişi ayrıca sürekli Türkiye'deki
"otoriterlikten" söz etti, bir türlü "faşizm" diyemedi.
Biz bilirkişiyi gene de Profesör X diye tanımlayacağız,
çünkü MİT Türkiye'de annesini, babasını kendisiyle ilgili tehdit etmiş.
Kimsenin başına bir şey gelmesini istemeyiz.
Profesör X Türkiye'nin devlet yapısının temellerinin bazı
temel taşları olduğunu ifade etti. Türkiye'deki insan hakları durumunu anlamak
için, iç siyaseti ve güçler dengesini kavramak gerektiğini belirtti.
Türkiye'nin son 100 yılında 3 temel sorun varmış. Bunlar
belirleyici ve tayin ediciymiş:
Birinci temel sorun: Kürt sorunu, azınlıklar sorunu
İkinci temel sorun: Din sorunu, gayri Müslümlerin ezilmesi
Üçüncü temel sorun: İslamcılar ve Laikçilerin arasındaki
çatışma.
Türkiye'de "otoriterlik" varmış,
"ataerkil" ve "muhafazakâr" bir ülkeymiş.
Birçok "kadın cinayetleri" de işleniyormuş.
Önce AKP'nin 2002-2017 arası dönemini anlattı.
Sonra 2017'den bugüne. Neden? Çünkü 2017'de anayasa
değişikliği yapıldı ve Başkanlık sistemine geçildi.
Böyle kör topal yürüyen bir demokrasi artık tamamen
"Tek Adam Rejimine" dönüştü.
Erdoğan 2016'daki FETÖ'nün darbe girişimini kullanarak, 2013
yılından beri tasarladığı Başkanlık sistemi için referandum yaptırmış.
AKP'nin "altın döneminde" Erdoğan'ın etrafında
aydın, sanatçılar, STK'lar toplanmış, destek vermiş.
Erdoğan ilk defa Türkiye'deki ordunun etkisini kırmaya
başarmış. Buda bir sürü insan için umut olmuş. Erdoğan bunu neden yapmış? Çünkü
ilk başta devletin hegemonyasını elinde tutmuyormuş ve devlet içinde
örgütlenmemiş. Bu yüzden FETÖ ve aydınlar, akademisyenler gibi müttefikler
bulmuş kendisine.
Türkiye'nin "altın dönemi" asıl olarak 1999-2017
arası yaşanmış. Çünkü o zaman Türkiye'nin AB'ye üye müzakereleri başlamış. Bu
yüzden insan hakları durumunu AB standartlarına uyarlamak, Kopenhag
kriterlerini hayata geçirmek zorunda kalmış.
Gösteri hakkı, idam cezasının kaldırılması, işkencenin
yasaklanması, Kürtçe yayın serbestliği, Kürtçe eğitim serbestliği...
AKP'nin reformlarına Kemalizm darbe girişimleri ile karşılık
vermiş. 2007 Başkanlık seçimlerinde Abdullah Gül'ün eşi başörtü taktığı için
seçimlere yasaklamaya çalışmış.
AKP'nin yaşadığı ikinci kriz, AKP'yi yasaklama girişimiymiş.
Erdoğan bu krizleri başarıyla atlatmış.
Sonra Erdoğan'ın Kemalizm ya da "derin devlet" ile
bir çatışma noktası Ergenekon davasıymış.
Erdoğan Kürt sorununu da çözmeye çalışmış. PKK ile barış
görüşmeleri başlamış.
Fakat Selahattin Demirtaş Başkanlık seçimlerinde "seni
başkan yaptırmayacağız" dediği için, barış görüşmelerini sona erdirmiş.
AKP Kürt sorununu barışçıl çözebilmenin tarihsel fırsatını
kaçırmış.
Erdoğan 2011 seçimlerini büyük bir çoğunlukla kazanmış.
Elinde topladığı gücü aslında ülkenin demokratikleşmesi için değerlendirmesini
ümit edilmiş. Ama o tam tersine, elindeki güçle ülkeyi iyice otoriterleştirmiş.
Bu ilk kırılma noktası olmuş.
Erdoğan'ın Kürdistan'da uyguladığı kayyumlardan,
uluslararası hukuku çiğneyerek Suriye'nin Kürt bölgesine saldırılarını dile
getirdi.
Ancak KHK ile işten atılan 150 bin memurdan hiç söz etmedi.
Suriye'ye saldırınca, Almanya Türkiye'ye artık sadece NATO
bağlamında silah satmaya karar vermiş.
2023 yılındaki seçimlerden gene galip çıkması, Erdoğan'ı
hasta demokrasiden otokrasiye geçiminde cesaretlendirmiş.
Erdoğan seçim müttefikleri aşırı sağcı MHP (buna bile faşist
demiyor), Yeniden Refah ve ekstremist Hüda-Par imiş. Türkiye çok daha fazla sağa
ve aşırıcılığa kaymış.
Türkiye'de hukuk kalmadığını, "siyasileşmiş bir
hukuk" söz konusu olduğunu artık bazı uluslararası kuruluşlar bile
söylüyormuş.
Bu bağlamda Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay
isimlerinin geçmesi şaşırtıcı olmadı tabi ki.
TİHV'inde raporuna göre Türkiye'de gene işkence örnekleri
yaşanıyormuş artık.
Türkiye burada yaşayan 3,5 milyon Türkiyeli ile sorunlarını
Almanya'da da "ihraç" ediyormuş.
Türkiye'deki bu baskıcı ortamdan kaçabilen kaçıyormuş. Bu
yüzden "beyin göçü" yaşanıyormuş.
Kadın ve cinsiyet sorunu varmış, Türkiye'de kadın
cinayetleri uygulanıyormuş ayrıca LGBT düşmanı bir ülkeymiş. Son Gay yürüyüşüne
polis saldırmış.
Türkiye'deki silah kanunu çok sorunluymuş. Birçok insanın
silahı varmış.
Çok fazla maganda bulunuyormuş. İnsanlar sokak ortasında
vurulabiliyormuş.
Çeteler cirit atıyormuş.
Türkiye'de mafya, Rusya ve Sırbistan’dan önce birinci sırada
yer alıyormuş.
Çünkü Türkiye'de "devletin cezasızlık" kültürü
varmış. Bu Osmanlı'dan beri böyleymiş.
Bu yüzden "Avrupa standartlarına" göre bir hukuk
devleti oluşamıyormuş. Bu Türkiye'nin DNA'sında varmış.
Devletin otoritesini bekçiler ile tek tek mahallere
genişletmesine rağmen.
AKP'yi kim seçiyor sorusu üzerine, Profesör X halka tepeden
bakan, halkı aşağılayan tipik bir "aydın" olduğunu gösterdi.
"Erkek, 40-50 yaşlarında ve cahil"'ler onu
seçiyormuş.
AKP ilk döneminde demokratikleşme girişimini gücünü oturtmak
için kullandığını, AB'nin gözünü boyadığını belirtti.
Ama AB Türkiye'yi ortada bıraktığı için, artık güven
kalmamış.
Bu yüzden Türkiye'de artık bir "demokratik çapa"
kalmamış.
Türkiye'de polis, ordu, hukuk iyice baskı altına alınmış.
Çok fazla gazeteci hapishanedeymiş, özgür basın ortadan
kaldırılmış.
Ama Rusya kadar da değilmiş.
Yani öyle Navalny'yi katlettiği gibi bir cinayet olamazmış
Türkiye'de.
Neden? Çünkü Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı varmış. Avrupa'dan
gelen turistlere ihtiyacı varmış.
Savcının bir sorusu üzerine Türkiye'de artık darbe veya
devrim çağının geçtiğini. Türkiye'nin Latin Amerika olmadığını söyledi.
Bilirkişi Nisan ayında gelecek ve avukatların sorularını
cevaplayacak.