1 mayıs açıklamalar adana alibeyköy almanya altınşehir amed amerika anadolu anadolu alevi hareketi anadolu federasyonu anadolu kültür merkezi ankara antakya antalya antep anti-emperyalist cephe armutlu armutlu haber ataşehir avcılar avrupa avusturya bağcılar bahçelievler bakırköy basın emekçileri meclisi bayrampaşa belçika belgesel beşiktaş beykoz boğaziçi bulgaristan bursa cephe milisleri çağlayan çanakkale çayan çayan mahallesi çekmece çerkezköy dağevleri denizli dersim dev-genç devrimci alevi hareketi devrimci işçi hareketi dhkc dhkc gerilla direnişler diyarbakır doğançay duyurular dünya düzce elazığ emekli meclisi esenyurt eskişehir festival filistin filmler FOSEM Fransa galatasaray gazi Gebze gençlik gerilla giresun gözaltı grup yorum gülsuyu gülsuyu gülensu gündoğdu hacı ahmet Hacıahmet hacıhüsrev halk bahçesi halk cephesi halk meclisi halkın hukuk bürosu halkın mühendis mimarları hasan ferit gedik hasköy hatay hindistan hollanda Isparta idil halk tiyatrosu idil kültür merkezi ikitelli ingiltere İngiltere istanbul isveç isviçre İsviçre işçi meclisi italya izmir kadıköy kampanyalar kamu emekçileri cephesi karadeniz kartal kazova kazova bülten kınık kıraç kocaeli kore kurslar kuruçeşme küba küçükçekmece kültür sanat kütahya lubnan malatya maltepe Maraş mardin Mektuplarımızla Tecriti Kıralım mersin muğla Muharrem Karataş munzur nurtepe okmeydanı ortaköy ömürtepe örnektepe piknik Polonya radyo röportajlar sakarya samsun sanat meclisi sarıgazi sesli okuma Sevgi Erdoğan Vefa Evi siirt silivri silvan sinop spor suriye sümerler şiir şiirler şişli taksim tavır dergisi TAYAD tekirdağ tiyatro Tokat trabzon tuzla türkiye UTMP videolar wan yalova yenibosna yeşilkent yunanistan yürüyüş dergisi Zürich

Almanya Duesseldorf Yüksek Mahkemesinde 34. Ve 35. Duruşmalar Görüldü

27 ve 28 Şubat tarihinde Düsseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesinde Özgül Emre, Serkan Küpeli ve kanser hastası İhsan Cibelik'e karşı 34. ve 35. ana duruşma devam etti.

İhsan Cibelik’in kanser hastalığı 33. duruşmaya damgasını vurdu.

Üniversite kliniği Köln'deki Üroloji Bölümü şefi, Profesör Doktor unvanını taşıyan Heidenreich herhangi bir açıklama yapmadan ameliyat yapmayı ret etti.

İhsan Cibelik PSA değerlerinin sürekli yükseldiğini, en temel hakkının, yaşam hakkının gasp edildiğini dile getirdi.

Heidenreich isimli şahsın doktordan çok siyasi bir insan olması gerektiğini vurguladı Cibelik. Şöyle sürdürdü: "Ben teröristleri ameliyat etmiyorum mu diyor"?

Mahkemenin duymak istemediği taleplerini duyurabilmek için 36 gün AG yapmak zorunda kaldığını vurguladı. Ancak ameliyatın yapılacağını duyduktan sonra AG'yi bırakıp, kendisini ameliyata hazırladığını belirtti.

Yeni hapishane doktoru daha ideallere sahipmiş ve doktorun ameliyatı neden iptal ettiğini bilmediğini söylemiş. Kimse bilmiyor.

Mahkeme ve savcılıkta, ameliyatın neden iptal edildiğine dair en ufak bir fikirleri olmadığını dile getirdi.

Cibelik'in avukatları hâkimin elinden daha fazla şeyler gelebileceğini, mahkemenin başkanı sıfatıyla aradığı zaman, avukatlara gösterdiğinden daha fazla saygı gösterebileceklerini söyledi.

Hâkim bunu avukatlar tarafından bir yardım çağrısı olarak kabul ettiğini ve yardımını esirgemeyeceğini söyledi.

Ancak doktorların üzerine hiçbir yaptırım gücü olmadığını vurguladı.

Savcılık, kendileri de tedavi için her zaman ne gerekirse yaptıracağını söyledi.

Ancak kendilerinin de doktorlar üzerine bir yaptırım gücü olmadığını. Ayrıca bu konunun artık çok uzadığını dolayısıyla mahkemeyi de uzattığını vurguladı. Bu davada tutsaklıklar var ve dava uzadıkça onlarda mağdur oluyor dedi.

Mahkeme birkaç gazete küpürünü okuyarak devam etti.

En sonunda Özgül Emre'nin dijital uzmanı Ahues 30 sayfalık dilekçesini okumaya başladı.

Zamanın ilerlemesinden ve dilekçenin uzunluğundan yarıda kesti. Mahkeme böylece bitirildi.

35. duruşma günü:

Bir gün sonraki duruşmada ise Türkiye üzerine bilirkişi olan Profesör sunum yapmaya geldi.

Türkiye faşizminin zulmünden korumak, ailesine zarar gelmemesi için profesörün adını haberimizde yazmayacağız. Ona kısaca Profesör x diyeceğiz.

35. duruşmada Türkiyeli kökenli olan ve Almanya'nın bir üniversitesinde öğretim görevlisi olan Profesör x, Türkiye'deki siyasi durum" ile ilgili hazırladığı Powerpoint sunumunu yaptı.

 

Biz burada kendisini korumak için adını ve çalıştığı üniversiteyi belirtmiyoruz. Ancak büyük bir ihtimalle Türkiye devletini çok da rahatsız edecek şeyler söylemediği söylenebilinir.

Etliye, sütlüye fazla dokunmadı.

Ya bunları bilinçli dile getirmedi ya da Türkiye'deki gelişmeler ile ilgili fazla bilgisi yok.

Bilirkişinin sunumu daha çok Kürdistan ve HDP ağırlıklıydı.

Türkiye faşizmin en temel katliamlarını bile saymadı. Haziran ayaklanmasını bir zahmet dile getirdi.

Maraş, Sivas ve Gazi katliamına da 1 cümleyle değindi. Ama Türkiye'de en kanlı katliamlardan biri 19 Aralık katliamı yoktu mesela. Veya kendi değimiyle AKP'nin "altın döneminde" yapılan Roboski katliamı bile yoktu. Dilek Doğan, Engin Ceber yoktu. Veya hendek savaşları döneminde AKP faşizminin uyguladığı katliamlara bir iki örnekle değindi sadece.

Profesör X bir siyasi bilimci olduğunu söylüyor. Ama sunumundan anlaşılan dünyada gerçekten olup bitenlerden bihaber.

Ne sınıflar mücadelesinden bilgisi var, nede emperyalizm ve Türkiye'nin yeni sömürge ülke olduğunu ve emperyalizmden bağımsız politika belirleyemeyeceğini.

Bilirkişi ayrıca sürekli Türkiye'deki "otoriterlikten" söz etti, bir türlü "faşizm" diyemedi.

Biz bilirkişiyi gene de Profesör X diye tanımlayacağız, çünkü MİT Türkiye'de annesini, babasını kendisiyle ilgili tehdit etmiş.

Kimsenin başına bir şey gelmesini istemeyiz.

Profesör X Türkiye'nin devlet yapısının temellerinin bazı temel taşları olduğunu ifade etti. Türkiye'deki insan hakları durumunu anlamak için, iç siyaseti ve güçler dengesini kavramak gerektiğini belirtti.

Türkiye'nin son 100 yılında 3 temel sorun varmış. Bunlar belirleyici ve tayin ediciymiş:

 

Birinci temel sorun: Kürt sorunu, azınlıklar sorunu

İkinci temel sorun: Din sorunu, gayri Müslümlerin ezilmesi

Üçüncü temel sorun: İslamcılar ve Laikçilerin arasındaki çatışma.

Türkiye'de "otoriterlik" varmış, "ataerkil" ve "muhafazakâr" bir ülkeymiş.

Birçok "kadın cinayetleri" de işleniyormuş.

Önce AKP'nin 2002-2017 arası dönemini anlattı.

Sonra 2017'den bugüne. Neden? Çünkü 2017'de anayasa değişikliği yapıldı ve Başkanlık sistemine geçildi.

Böyle kör topal yürüyen bir demokrasi artık tamamen "Tek Adam Rejimine" dönüştü.

Erdoğan 2016'daki FETÖ'nün darbe girişimini kullanarak, 2013 yılından beri tasarladığı Başkanlık sistemi için referandum yaptırmış.

AKP'nin "altın döneminde" Erdoğan'ın etrafında aydın, sanatçılar, STK'lar toplanmış, destek vermiş.

 

Erdoğan ilk defa Türkiye'deki ordunun etkisini kırmaya başarmış. Buda bir sürü insan için umut olmuş. Erdoğan bunu neden yapmış? Çünkü ilk başta devletin hegemonyasını elinde tutmuyormuş ve devlet içinde örgütlenmemiş. Bu yüzden FETÖ ve aydınlar, akademisyenler gibi müttefikler bulmuş kendisine.

Türkiye'nin "altın dönemi" asıl olarak 1999-2017 arası yaşanmış. Çünkü o zaman Türkiye'nin AB'ye üye müzakereleri başlamış. Bu yüzden insan hakları durumunu AB standartlarına uyarlamak, Kopenhag kriterlerini hayata geçirmek zorunda kalmış.

Gösteri hakkı, idam cezasının kaldırılması, işkencenin yasaklanması, Kürtçe yayın serbestliği, Kürtçe eğitim serbestliği...

AKP'nin reformlarına Kemalizm darbe girişimleri ile karşılık vermiş. 2007 Başkanlık seçimlerinde Abdullah Gül'ün eşi başörtü taktığı için seçimlere yasaklamaya çalışmış.

AKP'nin yaşadığı ikinci kriz, AKP'yi yasaklama girişimiymiş.

Erdoğan bu krizleri başarıyla atlatmış.

Sonra Erdoğan'ın Kemalizm ya da "derin devlet" ile bir çatışma noktası Ergenekon davasıymış.

Erdoğan Kürt sorununu da çözmeye çalışmış. PKK ile barış görüşmeleri başlamış.

Fakat Selahattin Demirtaş Başkanlık seçimlerinde "seni başkan yaptırmayacağız" dediği için, barış görüşmelerini sona erdirmiş.

AKP Kürt sorununu barışçıl çözebilmenin tarihsel fırsatını kaçırmış.

Erdoğan 2011 seçimlerini büyük bir çoğunlukla kazanmış. Elinde topladığı gücü aslında ülkenin demokratikleşmesi için değerlendirmesini ümit edilmiş. Ama o tam tersine, elindeki güçle ülkeyi iyice otoriterleştirmiş. Bu ilk kırılma noktası olmuş.

Erdoğan'ın Kürdistan'da uyguladığı kayyumlardan, uluslararası hukuku çiğneyerek Suriye'nin Kürt bölgesine saldırılarını dile getirdi.

Ancak KHK ile işten atılan 150 bin memurdan hiç söz etmedi.

Suriye'ye saldırınca, Almanya Türkiye'ye artık sadece NATO bağlamında silah satmaya karar vermiş.

2023 yılındaki seçimlerden gene galip çıkması, Erdoğan'ı hasta demokrasiden otokrasiye geçiminde cesaretlendirmiş.

Erdoğan seçim müttefikleri aşırı sağcı MHP (buna bile faşist demiyor), Yeniden Refah ve ekstremist Hüda-Par imiş. Türkiye çok daha fazla sağa ve aşırıcılığa kaymış.

Türkiye'de hukuk kalmadığını, "siyasileşmiş bir hukuk" söz konusu olduğunu artık bazı uluslararası kuruluşlar bile söylüyormuş.

Bu bağlamda Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay isimlerinin geçmesi şaşırtıcı olmadı tabi ki.

TİHV'inde raporuna göre Türkiye'de gene işkence örnekleri yaşanıyormuş artık.

Türkiye burada yaşayan 3,5 milyon Türkiyeli ile sorunlarını Almanya'da da "ihraç" ediyormuş.

 

Türkiye'deki bu baskıcı ortamdan kaçabilen kaçıyormuş. Bu yüzden "beyin göçü" yaşanıyormuş.

Kadın ve cinsiyet sorunu varmış, Türkiye'de kadın cinayetleri uygulanıyormuş ayrıca LGBT düşmanı bir ülkeymiş. Son Gay yürüyüşüne polis saldırmış.

Türkiye'deki silah kanunu çok sorunluymuş. Birçok insanın silahı varmış.

Çok fazla maganda bulunuyormuş. İnsanlar sokak ortasında vurulabiliyormuş.

Çeteler cirit atıyormuş.

Türkiye'de mafya, Rusya ve Sırbistan’dan önce birinci sırada yer alıyormuş.

Çünkü Türkiye'de "devletin cezasızlık" kültürü varmış. Bu Osmanlı'dan beri böyleymiş.

Bu yüzden "Avrupa standartlarına" göre bir hukuk devleti oluşamıyormuş. Bu Türkiye'nin DNA'sında varmış.

Devletin otoritesini bekçiler ile tek tek mahallere genişletmesine rağmen.

AKP'yi kim seçiyor sorusu üzerine, Profesör X halka tepeden bakan, halkı aşağılayan tipik bir "aydın" olduğunu gösterdi.

"Erkek, 40-50 yaşlarında ve cahil"'ler onu seçiyormuş.

AKP ilk döneminde demokratikleşme girişimini gücünü oturtmak için kullandığını, AB'nin gözünü boyadığını belirtti.

Ama AB Türkiye'yi ortada bıraktığı için, artık güven kalmamış.

Bu yüzden Türkiye'de artık bir "demokratik çapa" kalmamış.

Türkiye'de polis, ordu, hukuk iyice baskı altına alınmış.

Çok fazla gazeteci hapishanedeymiş, özgür basın ortadan kaldırılmış.

Ama Rusya kadar da değilmiş.

Yani öyle Navalny'yi katlettiği gibi bir cinayet olamazmış Türkiye'de.

Neden? Çünkü Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı varmış. Avrupa'dan gelen turistlere ihtiyacı varmış.

Savcının bir sorusu üzerine Türkiye'de artık darbe veya devrim çağının geçtiğini. Türkiye'nin Latin Amerika olmadığını söyledi.

Bilirkişi Nisan ayında gelecek ve avukatların sorularını cevaplayacak.

[blogger]

Author Name

Halkın Sesi TV

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.