EN ÇOKTA NARİN'LERİMİZ VE SILA'LARIMIZ İÇİN...
Bu dünyada Firavunun peşine takılıp,
öbür dünyada Musa’ya komşu olamazsın.
Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın denizi mavi olsa ne yazar,olmasa ne..!
Ülke gündemimiz son birkaç haftada peşpeşe gelen iki küçük çocuğumuzun
vahşice katledilmesi haberleriyle bir kez daha sarsıldı. Diyarbakır Tavşantepe
köyünde 8 yaşındaki Narin'imiz ve Tekirdağ Malkara'da 2 yaşındaki Sıla
bebeğimiz ailelerinin de dahil olduğu sapkın cinayetlere kurban gittiler..
Henüz ömrünün baharında, bu çürümüş düzenin yaşamdan canice kopardığı
evlatlarımızın acısı yüreklerimizi dağladı...
İnsanın çocukluğu, derdini söylemekle ona çare bulmanın aynı şey
olmadığını anlayınca bitermiş...
Maalesef kadına, çocuğa veya hayvanlara karşı işlenen bu tarz yaygın
suçlardan sonra; suç ilişkisini salt kurban ve zanlıya indirgeyip
bireyselleştirerek, en başta sosyal ve konvansiyonel medyada olmak üzere,
lanetleme yarışıyla bir tür vicdani arınma ayini gerçekleştiriliyor ve birkaç
gün sonra günlük hayatlara öylece geri dönülüyor...
Bütünlüklü olarak düzeni ve onun ürettiği toplumsal yapıyı ele almadan
yapılan tahliller, tamamen yozlaşmış bu düzene can suyu olmaktan öteye
gidemiyor...
Özellikle bu tarz hassas gündemlerde burjuva basında kasıtlı olarak idam
tartışmaları başlatılıyor ve suçla mücadele etmek için hastalıklı suçluları
yakalayıp asmanın sorunu çözeceğini ifade ediyorlar.
Öfkeli toplumsal kesimlerin algısı, sistematik bir şekilde mevcut düzene
değil de, tekil olarak olayın failine yönlendiriliyor...
Oysa cinsel ve adli suçlar da bizatihi sistem tarafından sistemli olarak
yeniden üretiliyor. Çünkü sınıflı toplumlar da suç, tek başına hastalıklı ve
iradesini kötülüğe yöneltmiş bir bireyden kaynaklanmaz.
Üretim ve bölüşüm ilişkilerinden, yoksulluktan, geleceksizlikten, gerici
eğitim sisteminden, pompalanan yoz kültürden ve benzeri başat sebeplerden
kaynaklı olarak toplumsal yapımız içeriye doğru çürütülüyor...
Halbuki, bir çocukla veya bir hayvanla dahi sağlıklı biçimde
ilişkilenemeyecek insanlar yetiştiren olgu, en temelde henüz tarihin çöplüğüne
gönderemediğimiz sınıflı toplumun kendisidir...
Ülkemizde çarpık gelişmiş kapitalizmden kaynaklı kırsal kesimlerde hala çok
yaygın Feodal Ağlar bulunmaktadır.Aşiret, cemaat, ağalık, koruculuk ve benzeri
gerici kurumlarla tahkim edilen bu eski toplumsal yapıda, bugün yaşadığımıza
benzer suçlar sıkça ortaya çıkmaktadır.
Ancak kapitalist üretim ilişkilerinin çarklarının tam olarak işlediği
yerlerde de aynı şekilde benzeri sapkınlıklar ve suçlar yüksek oranda
görülmektedir.
Hatta bugün Batı dünyası bu genel kabul görmüş suç tanımlarını bile
tartıştırmakta ve pedofili benzeri sapkınlıkları da yarattığı cinsel
özgürlükler sepetine resmen eklemeye çalışmaktadır...
Örneğin, emperyalizmin kendine ucuz emek gücü ordusu haline getirdiği birçok
Uzak Asya ülkesinde, zenginlere özel turlar ve bölgeler dizayn edilerek, çocuk
bedenin cinsel obje olarak metalaştırıldığı sapkınlıkların ticareti
yürütülmektedir...
Böylesi bir çürümeden kurtulmanın yolu olarak, suçluları ömür boyu
hapsetmesi ya da idam etmesi için, yine bu düzenin mahkemelerinden medet ummak
abestle işgal olur. Burjuva hukuk devleti denilen form, tarihsel olarak adaleti
sağlayabilecek niteliğini yitireli çok uzun zaman oluyor...
Adalet, halk için ekmek ve su kadar temel bir ihtiyaçtır.Adaletsiz kalan
toplumlar, tıpkı bugün olduğu gibi kültürel ve sosyal olarak çürürler...
Çocuğu uyanmasın diye balkondan polisi uyaran babanın tutuklanıp,
Çocuğunu taciz eden babanın serbest kaldığı bir düzen olamaz...
Adalet bu değil Çünkü hiç Adil değil...
Neydi ADALET.....
Aynı Evrende Yaşamamalı Cellatlar ve Çocuklar; Ya Ölmeli Cellatlar ,
Ya da hiç Doğmamalı Çocuklar...
Adaleti burjuvazinin ceza-yargı sistemi sağlayamaz, çünkü adalet hukuki
değil, siyasi bir taleptir ve onu ancak bu düzene karşı, yarınlar için
dövüşenler sağlayabilir...
UNUTMAMALIYIZ!
Sulara Sulara Salmazsak Sesimizi Yalnızlık Gömüt Taşlarını Kendi
Hazırlar.
Gelir Hayat Sollar Bizi.
Ve Artık Bağışlamaz Bizi Çocuklar.
AVUSTURYA HALK OKULU DERGİSİ